"Atatürk,Ramazan ve Kuran! “Yobazın ve Çakma Atatürkçü'nün Ezberini Bozacak Gerçek”-Sinan MEYDAN
Atatürk düşmanlarının öteden beri Atatürk’e saldırmak için
kullandıkları en önemli yöntem, Atatürk’ün “dinsiz” olduğu ve “dindarlara baskı
yaptığı” şeklindeki yalanı durmadan tekrarlamaktır. Şüphesiz ki, dünyanın en
büyük devrimcilerinden birini, milleti için yapıp ettikleriyle değil de “inanıp
inanmadığıyla” değerlendirmek, ancak az gelişmiş üçüncü dünya ülkelerine has
bir durumdur. Maalesef aydınlanması yarım kalmış olan ülkemizde de Atatürk gibi
bir “dünya lideri”, milleti için yapıp ettikleriyle değil de dini inancıyla
değerlendirilmektedir. Her şeyden önce bu durum çok ama çok üzücüdür. Yokluk ve
yoksulluk içindeki bir toplumda önce emperyalizmi dize getiren sonra da yarı
bağımlı ve geri kalmış bir ümmet impratorluğundan çağdaş bir ulus yaratan
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Atatürk ile Allah arasında” kalması gereken
din-inanç konusundaki tutumuna göre değerlendirilmesi, (gerçekten inanlar için
söylüyorum) herşeyden önce günahtır! Çünkü din, Atatürk’ün de dediği gibi,
“ALLAH İLE KUL ARASINDAKİ BAĞLILIKTIR”.
Atatürk'ün inanıp inanmadığı, az yada çok inandığı kişisel
bir tercih olduğundan sadece Atatürk'ü ilgilendirir, ancak "Atatürk'ün din
düşmanı olduğu,dindarlara baskı yaptığı" iddiası herkesi ilgilendirir, bu
nedenle de üzerinde durulması gerekir. Atatürk'ün hayatı incelendiğinde onun
hayatının hiçbir döneminde hiçbir dine ve hiçbir din mensubuna kötü gözle
bakmadığı, hangi dinden olursa olsun bütün dindarlara saygıyla yaklaştığı,
hiçbir din mensubuna baskı yapmadığı görülecektir. Atatürk, "Her türlü
düşünceye ve inanışa saygılıyız" diyerek laiklik ilkesini hayata
geçirmiştir.
ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA
Atatürk düşmanları, Atatürk’ü Müslüman-Türk milletinin
gözünden düşürmek için Atatürk’e “dinsiz” diye iftira atmışlar, genç nesilleri
bu çirkin iftirayla zehirlemişlerdir. İşin asıl şaşırtıcı tarafı, kendisini
"Atatürkçü" diye adlandıran bazı çevrelerin ise Atatürk'ü yüceltmek
adına onu "dinsiz" diye adlandırmış olmalarıdır. Yani, bir grup
"aşağılamak" için, bir başka grup ise "yüceltmek" için
Atatürk'ün "dinsiz" olduğunu iddia etmiştir. Yani hiçbir konuda
anlaşamayan dinci-yobaz ile ateist çakma Atatürkçü "ATATÜRK'ÜN
DİNSİZLİĞİ" noktasında söz birliği etmiştir. Örneğin ben Atatürk'ün
"dinsiz olmadığını" iddia ettiğim için hem Atatürk düşmanı yobazların
hem de bu çakma Atatürkçülerin saldırısına uğramaktayım.
Her neyse...
Din bezirganı Atatürk düşmanlarının ve ateist çakma Atatürkçülerin Atatürk’e yönelik
bu asılsız iddialarına cevap vermek için 15 yılımı vererek tam 1153 sayfalık
ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA adlı bir kitap yazdım. Bu kitapta Atatürk’ün din
anlayışını, doğumundan ölümüne kadar çok ayrıntılı bir şekilde belgelere dayalı
olarak inceledim. Neredeyse bütün arşivlere girdim, yerli yabancı bütün kaynakları
taradım. Ve 15 yıllık çalışmalarım sonunda Atatürk’ün bu ülkeye gelmiş geçmiş
EN BİLİNÇLİ VE EN SADE İNANANLARDAN biri olduğunu gördüm. Araştırmalarım
sonunda; Atatürk’ün inancını kendi içinde yaşayan, toplumun herşeyden önce
dinini ANLAMASINI isteyen, bunun için DİNDE ÖZE DÖNÜŞ PROJESİ geliştiren, din
istismarıyla ve yobazlıkla savaşan, başka inançlara saygı duyan "kendince
samimi bir dindar" olduğunu gözler önüne serdim…
Burada Atatürk ve din konusundaki 1153 sayfalık ATATÜRK İLE
ALLAH ARASINDA adlı kitabımı özetleyecek değilim; bu yazımda RAMAZAN AYI
nedeniyle RAMAZAN AYLARINDAKİ ATATÜRK‘TEN kısaca söz etmek istiyorum.
RAMAZAN AYLARINDAKİ ATATÜRK
Atatürk çok özgün bir din anlayışına sahiptir. Bu nedenle
zaman zaman Atatürk’ün din konusunda söyleyip yazdıkları bizleri şaşırtabilir.
(Örneğin, Medeni Bilgiler’deki din eleştirlileri… Ancak bütün bunların bir
açıklaması vardır. Bu açıklamaları “Atatürk İle Allah Arasında“ adlı kitabımda
bulabilirsiniz.
Atatürk, İslam dininin sosyal ve toplumsal boyutuna çok
fazla önem vermiştir. Müslümanlar için kutsal ayların ve günlerin toplumsal
dayanışmayı, birlik ve bütünlüğü pekiştirdiğini düşünen Atatürk, özellikle
Ramazan ayına çok büyük bir önem vermiştir.
Atatürk, Ramazan aylarındaki manevi havadan etkilenmiştir:
zaman zaman oruç tutmuş, oruç tutanlara kolaylıklar sağlamış, onlara büyük bir
saygı duymuş, hatta Ramazan aylarında bazı kişisel zevklerinden (alkol almak,
ince saz heyeti dinlemek gibi) vazgeçmiş, dahası sıkça Kuran okumuş veya özel
hafızına Kuran okutarak dinlemiş, akşamları hafızları çağırtarak onlarla Kuran
ve din sohbetleri yapmıştır…
Şimdi gelin lafı fazla uzatmayalım ve tanıklara kulak
verelim.
Önce Atatürk’ün uşağı Cemal Granda‘yı dinleyelim:
“… Ramazanlarda Kadir gecesi ağzına kadehini koymazdı… Kadir
geceleri sofra bile kurdurmazdı. Saygısı büyüktü. Bazen Mevlit dinlediği de
olurdu. Miraç bölümünde, ‘Gerçeklere çıktı Mustafa’ denince gözleri yaşarırdı.
O zaman hemen kolonya götürürdük. İnanışı samimiydi. Bence Allah’a inanıyordu.”
Atatürk Ramazan aylarında Dolmabahçe Sarayı’na gelen ve oruç
tutan misafirlerine özel ilgi göstermiş; iftar sofrasıyla bizzat ilgilenmiş,
ibadet etmek isteyenlere yer göstermiştir.
Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım bu konuda şunları
söylemiştir:
“…Her Ramazanın bir günü ve ekseriyetle Kadir gecesi bana
iftara gelirdi. O gün, imkan bulabilirse oruç da tutardı. İftar sofrasını tam
eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi.”
Atatürk’ün Ramazan ayında kız kardeşi Makbule Hanım’a;
“Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme…” diye hatırlatmada
bulunup, hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içinde para
verdiği bilinmektedir.
Atatürk’ün özel hafızı Hafız Yaşar Okur, Atatürk’ün Ramazan
aylarındaki davranışlarını şöyle gözlemlemiştir:
“… Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan
gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil Geceleri de saz
çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kuran’ı Kerim’den bazı sureler
okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde
dinlerdi. Ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı.
Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve
Zincirlikyu camilerinde şehitlerin ruhuna Hatim-i Şerif okumamı emrederlerdi. O
günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle cami hıncahınç dolardı…”
Görüldüğü gibi Atatürk Ramazan ayları boyunca bazı
alışkanlıllarından da uzak durmuştur. Örneğin incesaz heyetini Çankaya’ya
sokmamış, Kandil Geceleri saz çaldırmamıştır. Ayrıca Kuran-ı Kerim okumuş,
çeşitli camilerde de şehitlerin ruhlarına Hatim-i Şerif’ler okutmuştur.
Atatürk’ün bütün bu davranışları, onun Ramazanın anlam ve önemini idrak etmiş
inanca saygılı son derece sade bir Müslüman olduğunu kanıtlamaktadır.
Şimdi de Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu‘ya kulak
verelim:
“Atatürk otuz ramazan geceleri başta Saadettin Kaynak Hoca
olmak üzere o devrin hafızları olan Hf. Yaşar, Hf. Zeki, Hf. Küçük Yaşar, Hf.
Burhan, Hf. Hayrullah beyleri davet ederdi ki bu hafızlardan Hafız Yaşar aynı
zamanda Cumhurbaşkanlığı Alaturka Müzük Şefi’ydi. 1930 yılında emekli oldu. Ama
ölene kadar hep Atatürk’ün yanındaydı. Soyadı Kanunu çıkınca Atatürk ona ‘Okur’
soyadını vermiştir. Atatürk davet ettiği bu hafızlardan tek tek din konusunda
bilgiler alırdı. Ayrıca çok üzerinde durduğu Türkçe Kuran’ı Kerim hakkında
görüşlerini de sorardı.
Yine bir Ramazan ayı gecesinde Atatürk, Dolmabahçe
Sarayı’nda aceleyle beni çağırttı. Derhal makamına girdim. O gece sofra şefimiz
İbrahim Bey izinli olduğundan, benim görevim olmadığı halde düzenimi ve
intizamımı beyendiğinden olacak beni istemişler. Odaya girdiğimde, ‘Nuri oğlum
hafızlar gelecek . Bu gece hafızların seslerini aksi sedasıyla daha güzel
dinlemek için muayede salonundaki hususi daireye yemek masasını kurun, ama
acele ha: kaç dakikada kurabilirsin?’ Pek tecrübelisi olduğum bir konu değildi.
Derhal lazım gelen emirleri gerekli kişilere tebliğ ettim, herkes işe koyuldu.
Hakikaten tam otuz dakika sonra herşey tamam gibiydi. Sevdiği çiçekleri de
elimle tam masaya koyarken Atatürk, misafirleriyle birlikte gelmez mi? Masanın
yanına geldi. Şöyle bir göz ucuyla masayı düzeni süzdü ve bana dönerek: ‘Aferi
Nuri, İbrahim’i aratmamışsın, çiçekler de pek güzel…’ diye iltifatta bulundu.
Zaten hep güzel şey yaptığımızda takdir ederdi. Amma bir de yanlış mı, hata mı
yaptın, sadece bir bakardı ki, o bile yeterdi, içimize işlerdi.
Salona girdiler, sandalyeleri çekip oturdular, yemeğe
başladılar. Konu yine Türkçe Kuran-ı Kerim’di. Atatürk hepsiyle ayrı ayrı
ilgilendi. Kuran-ı Kerim’den okuttuğu duları zevkle dinledi.”
Nuri Ulusu’nun dediği gibi gerçekten de Atatürk özellikle
DİNDE TÜRKÇELEŞTİRME ÇALIŞMALARINI başlattığı 1932 yılı Ramazan ayında sıkça
tanınmış hafızlarla bir araya gelmiş, onlarla KURAN KONUŞMUŞ, KURAN OKUTUP
DİNLEMİŞ, hatta bizzat KURAN OKUMUŞTUR.
Hafız Yaşar Okur‘u dinleyelim:
“1932′de Ramazanın ikinci günüydü. Atatürk ile Ankara’dan
Dolmabahçe Sarayı’na geldik. Beni huzurlarına çağırdılar. ‘Yaşar Bey’ dediler.
‘İstanbul’un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum. Ama bunlar musikiye
de aşina olmalılar.”
Bu emir üzerine Hafız Yaşar Okur, İstanbul’un en tanınmış
hafızlarından, Saadeetin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Süleymaniye Camii Baş
Müezzini Kemal, Beylerbeyli Fahri, Darüttalim-i Musiki Azasından Büyük Zeki,
Muallim Nuri ve Burhan beylerin yer aldığı bir liste hazırlamıştır.
Sonraki gelişmeleri yine Hafız Yaşar Okur’dan dinleyelim:
“O ana kadar bunların niçin çağrılmış olduğunu ben de
bilmiyordum. O gün anladım ki, tercüme ettirlmiş olan bayram tekbirlerini
kendilerine meşk ettirecektir. Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin
üzerine meşke başladılar. ‘Allah büyüktür…Allah büyüktür…’
Atatürk, Cemil Said Bey‘in Kuran tercümesini getirtti.
Bizlerin tercüme konusunda tek tek fikirlerini aldıktan sonra hemen hemen
sabaha kadar tartıştık. Daha sonra ayağa kalkarak ceketlerinin önünü
iliklediler. Kuran-ı Kerim’i ellerine alıp Fatiha Suresi’nin Türkçe tercümesini
açıp halka okuyormuş gibi ağır ağır okudular. Bu haeketleriyle bizlerin halka
nasıl hitap etmemiz gerektiğini göstermek istiyorlardı.
Sonra Atatürk: ‘Sayın hafızlar, içinde bulunduğumuz bu
kutsal ay içinde camilerde okuyacağınız mukabelelerin tamamını okuduktan sonra
Türkçe olarak da cemaate açıklayacaksınız. İncil’de Aramca yazılmış ama
sonradan bütün dillere tercüme edilmiştir. Bir İngiliz İncilini İngilizce, bir
Alman İncilini Almanca okur. Herkes okunan mukabelelerin manasını anlarsa
dinine daha çok bağlanır” dediler.
Sonra yanındakilere: ‘Gazetelere haber verin, yarın
camilerde okunacak surelerin Türkçe tercümesi de okunacaktır’ emrini verdiler.”
Atatürk, bu hafızlarla 1932 Ramazan ayında sıkça toplantılar
yapmıştır: Camilerde Kuran okuyacak hafızlarla bizzat ilgilenmiş, hatta
defalarca hafızlara Kuran’ın nasıl okunacağını göstermiştir.
Saaddetin Kaynak anlatıyor:
“Dolmabahçe Sarayı’nda büyük muayede salonunda saz takımı
toplanmıştı. Atatürk bir imtihan ve tecrübe yapmaya hazırlanmış görünüyordu.
Elinde Cemil Said’in Türkçe Kuran-ı Kerim’i vardı. Evvela Hafız Kemal’e verdi
okuttu, fakat beyenmedi. ‘Ver bana, ben okuyacağım’ dedi.
Hakikaten okudu, ama hala gözümün önündedir, askeri kumanda
eder, emir verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu.”
ATATÜRK'ÜN ORUÇ ARAŞTIRMALARI
Atatürk her konuyla olduğu gibi din konusuyla da “bilimsel”
gözle ilgilenmiştir. Atatürk’ün dünyadaki diğer devrimcilerden en temel
farklarından biri dini “akıl dışı” diye dışlamaması ve din üzerine de kafa
yormasıdır.
Atatürk bir taraftan Ramazan aylarındaki manevi havayı
solurken diğer taraftan oruç ibadetini anlamaya çalışmıştır. Okuduğu bazı
kitaplarda “oruçla ilgili” bazı bölümlerin altını çizip, bazı notlar alması
onun “orucu anlama” çabasının bir yansımasıdır.
Atatürk, Leon Caeteni‘nin “İslam Tarihi” adlı eserini
okurken orucun anlatıldığı bazı satırların altını çizmiş, ve sayfa kenarlarına
bazı özel işaretler koymuştur.
Örneğin, Hz. Muhammed’in, nefsine hakim olamadığı için hadım
olmak isteyen İbn-i Mazun’a onay vermemesi; “nefsine hakim olmak istiyorsa oruç
tutmasını” söylemesi, Atatürk’ün dikkatini çekmiştir:
“Peygamber onay göstermedi. Heveslerini yatıştırması için
oruç tutmasını tavsiye etti.”
Atatürk, önemli gördüğü bu satırın altını boydan boya
çizmiştir.
Atatürk, aynı kitapta ‘Ramazan bayramının ortaya çıkışını”
anlatan bölümle de ilgilenmiştir.
“O sene (Hz) Muhammed taraftarlarına fitre zekatı vergisinin
ödenmesini emretti. Bundan bir iki gün önce Müslümanlara bir konuşma yaptığı
rivayet olunuyor. Ramazan ayı sonunda (Hz) Muhammed bütün ashabı ile birlikte
şehirden çıkarak musallaya gitti. Salatül-iyd (bayram namazı) denilen namazı
orada kıldı. Orucun bitimi bu namaz ile kutlanmış oluyordu. İlk defa olarak
böyle bir adet yapılmakta idi…”
Önemli bularak bu satırların altını çizen Atatürk, ayrıca,
“ilk defa olarak böyle bir adet yapılmakta idi” cümlesinin başına iki adet “X”
işareti ve “Dikkat” anlamında bir “D” harfi koymuştur.
İşte, yobazın, liboşun, tatlısu solcusunun ve çakma
Atatürkçü'nün “dinsiz” ve “din düşmanı” diye adlandırdığı ATATÜRK.
Aslında önemli olan Atatürk’ün inanıp inanmadığı, az ya da
çok inandığı değil bu millet için yapıp ettikleridir. Onun bu millet için yapıp ettikleri, bu
milleti seven herkesin (atesit, deist, Hıristiyan, Musevi, Müslüman vb...) ona
sahip çıkıp, ona minnettar olması için yeterlidir.
Özet: Türkiye'de din düşmanları ile dincilerin birleştikleri
tek ortak nokta "ATATÜRK'ÜN DİNSİZ OLDUĞU" inancıdır. Din düşmanları
bunu "olumlu" bir durum olarak görürken, kendi dün düşmanlıklarına
Atatürk ile meşruluk kazandırırken, dinciler bunu "olumsuz" bir durum
olarak görüp, Atatürk düşmanlıklarına meşruiyet kazandırmaktadırlar.
Not: Atatürk ve din konusunda aklınıza takılan bütün
soruların cevaplarını, Atatürk’ün din anlayışınının bilinmeyenlerini ATATÜRK
İLE ALLAH ARASINDA adlı kitabımda bulabilirsiniz…
Sinan MEYDAN
5 Ağustos 2011

Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.