Cumhuriyet Eğitiminden Sıbyan Mektebi-Medrese Eğitimine
Çağımızda yeni
kuşakların yetiştirilmesi sağlık kadar, barınma kadar, beslenme kadar
önemlidir. Çünkü; yetişmiş insan gücü en büyük zenginlik kaynağıdır. Devletler,
kuruluş amaçlarına göre oluşturdukları eğitim sistemleriyle insan yetiştirerek
geleceklerine yatırım yaparlar.
Doğal zenginlik kaynaklarının olmadığı, ya da çok yetersiz
olduğu ülkeleri düşünelim. Böylesi ülkelerin varlığı sadece o ülkelerdeki
eğitilmiş insan gücüne bağlı olacaktır.
Yeraltı ve yerüstü kaynakları çok fazla olsa bile, bu
kaynakları iyi değerlendirebilmek, yine yetişmiş insan gücüne bağlıdır.
Baş döndürücü bir hızla ilerleyen uygarlığa sadece eğitim
yoluyla uyum sağlanabilir.
Bireysel ve toplumsal gereksinmelerin çok hızlı arttığı bir
dünyada eğitime yatırım yapmak kişinin ve toplumun geleceğini güvenceye almak
demektir.
Eğitimin istenilen amaçlara uygun olması için yıllarca süren
araştırmalar, denemeler yapılır. Bilim insanları, üniversiteler, enstitüler
harıl harıl program, içerik, yöntem geliştirirler. Uygarlığın, o ülkenin ve o
toplumun koşullarına en uygun sistem aranır. Sistemi bulmak yetmez. Sürekli
olarak geliştirilmesi de gerekir.
Bir sistem çalışması ancak; uzun yıllar boyunca gelişen bir
süreç içinde amacına ulaşır.
Türkiye Cumhuriyeti bir devrimle kuruldu.
Ateş, kan ve barut içinde yaratıldı. Yanmış, yıkılmış,
harabeye dönmüş bir ülkede; yoksulluğun, feodalitenin, kara bilisizliğin, yol-
yöntem bilmezliğin ezdiği, oldukça azalmış insan sayısıyla; bir “Türk Mucizesi”
yaratıldı.
Her alandaki atılımların yanında eğitim- öğretim işlerine de
önem verildi.
Cumhuriyetin ilanından dört ay sonra öğretim birliği yasası
çıkarıldı. Birbirine düşman yetiştiren kurumların yerine, cumhuriyet kuşakları
yetiştiren okullar açıldı. Uygarlığa ve çağdaşlığa ulaşmak için aklın ve
bilimin rehberliği benimsendi. Yeni Türk abecesi ile okuma-yazma seferberliği başlatıldı.
Millet mektepleri, halkevleri, köy enstitüleri, eğitmen kursları açıldı.
İlkokullardan üniversite fakültelerine kadar yüzlerce alanında müfredat
programları hazırlandı. Her düzeyde okullar açıldı. 1923 yılında Türkiye’deki
okul sayısı, azınlıkların açtığı okul sayısından azdı.
Yoksul cumhuriyetimiz; geniş bir alanda çok küçük
yerleşimlere okul ve öğretmen hizmetini götürebilecek kaynaklardan yoksundu.
Bunu unutmamak gerek.
Öte yandan karşıdevrimci güçler okul yapımını ve çocukların
okula gönderilmesini engellediler. Okullaşma hareketinin karşısına, tarikatlara
eleman yetiştirecek olan kuran kursu ve cami yaptırma dernekleri çıkarıldı.
Özellikle yoksul ve zeki çocuklar köy köy dolaşılarak yatılı yurtlara ve kuran
kurslarına kazanıldı.
1950 den sonra iktidara gelen siyasi iktidarlar,
cumhuriyetin ilk 25 yılındaki devrimci eğitim hareketini sürdürmedikleri gibi,
tarikat ve cemaat örgütlenmelerini de bütün güçleriyle desteklediler.
Bu yüzden Türkiye’de okullaşma çabası bugün bile tam sonuca
ulaşamamıştır.
Her şeye karşın Türkiye’de okur – yazarlık oranı bugün %95
lerin üstündedir.
Zorunlu ilköğretim 1997 de 8 yıla çıkarılmıştır. Bir aşama
sonra ise 11 yıl olması programlanmıştır.
Bugün Türkiye Cumhuriyetinin eğitim alanında Batı ülkelerine
göre çok geride olduğu bir büyük gerçektir.
Unutmamak gerekir ki; Batı eğitim alanındaki çalışmalara 13.
Yüzyılda başlamış ve aydınlanma çağında bilimsel- laik eğitimi
yerleştirmişlerdir.
Bu açıdan bakılınca bugün ulaştığımız düzeyi de
küçümseyemeyiz.
Görev; eğitim sistemimizi geldiğimiz noktadan çok daha
ileriye götürmek için gerekenleri yapmaktır.
Ulusal, laik, bilimsel, karma ve uygulamalı eğitimi tam
anlamıyla gerçekleştirerek…
Bunu başarmak zorundayız…
Ama büyük bir engel karşısındayız.
Türkiye’de kötü bir gelenek var.
Yönetimi eline alan her hükümet, özellikle milli eğitim
alanında kendinden önce yapılanları kötülemiş, inkâr etmiş ve hemen partizanca
değişiklikler yaparak sistemi yaz-boz tahtasına çevirmiştir.
Bu iş, son 30 yıldır iyice çığırından çıkmış durumdadır.
Devlet kadrolarının dincileştirilmesi 1980 cuntasının özel
uygulamasıydı. Dinci bulunamıyorsa “ülkücü” denen kesimden seçiliyordu.
Anımsatmak isterim. Cunta ve ANAP döneminde Atatürkçü ve demokrat tanınan hiç
kimseye yöneticilikte vekalet görevi bile verilmemiştir(!..)
O dönemden bu yana göreve gelen milli eğitim bakanlarından
bazılarına bir bakalım:
Mehmet Sağlam, Vehbi Dinçerler, H. Celal Güzel, Köksal
Toptan, Hasan Sağlam (tekrar), Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer
Dinçer…
Sadece bu adlara bakmak bile Milli eğitimin nereye gittiğini
kanıtlamaya yetecektir.
O günlerden bu günlere kadar sadece Avni Akyol; “ders geçme
ve kredi düzeni” adı altında, öğrenciyi merkez alan, daha demokrat, çağdaş,
özgürlükçü bir deneme yapmayı başardı. Öyle bir saldırı altında kaldı ki; üç
yıl sonra uygulamadan geri dönüldü.
Cuntanın dinciliğini gösteren en önemli uygulamalardan biri
de “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersi idi. Anayasaya zorunlu ders olarak
konuldu. Bu başlık altında (Hristiyan- Müslüman-Alevi-Yahudi- dinsiz) kim
olursa olsun bütün öğrencilere Sünni-Hanefi İslâm anlayışı dayatıldı,
öğretildi.
Uyduruk bir “yılın öğretmeni” seçimiyle el-etek öpen, robot
gibi davranan, niteliksiz, çoğu sınıfa bile girmemiş kişiler ödüllendirilerek,
öğretmen topluluğu kişiliksizleştirildi. İktidar yağcısı olmaya zorlandı!
Öğretmen yetiştirme tam bir karmaşaya döndü. Bir uzmanlık olması gereken
öğretmenlik; yandaş olanlara dağıtıldı.
Sahte, çalıntı, niteliksiz veya başkasına sipariş edilen
doçentlik- profesörlük tezleri yazıldı. Bu tezler kabul edildi(!)
Şimdi onlar, yetkili makamları işgal etmiş durumdadırlar!..
4+4+4 = MEDRESE EĞİTİMİ
Korkumuz odur ki; AKP iktidarı aldığı oyların şımarıklığı
ile her alanda olduğu gibi eğitim alanında da gelişmemizin önündeki en büyük
engeldir.
Refah partisinden bu yana dinci siyaset erbabı, bütün
okulları imam-hatip okulu yapmak istediğini hep söyleyegelmiştir.
Başbakan, daha 1994 yılında verdiği röportajlarda, yaptığı
propoganda konuşmalarında bu niyetini açıkça ifade etmiştir.
Demek ki; “bütün okulların imam-hatip olması” sadece bir AKP
milletvekilinin istemi değildir. Bu yüzden, konuyla ilgili yazı yazarak –güya
eleştiri yapan- ve kendini aydın diye yutturan “medya fahişeleri” ni hiç
dikkate almamak gerekiyor!.. (*)
Bütün AKP liler bunu istiyordu. Salt egemenlik gücünü, şimdi
tam olarak ele geçirdiler.
Ve resmen bütün okulları imam-hatip yaptılar….
On yıldır yapılanların hepsi, hedefe atılan birer adımdı.
Daha hükümet olurken bir gecede bin yöneticiyi görevden
aldı. 2002 den beri milli eğitimin bütün kuruluşları imam-hatip ya da İslâm
enstitüleri, ilahiyat fakülteleri kökenlilere teslim edilmektedir. Onlar önce
öğretmen olarak atanmakta, kısa bir süre sonra başka bir kuruma transfer
edilerek yönetici yapılmakta ve yükseltilmektedir. Bu turnike yöntemiyle
imam-hatip kökenlilerin diğer devlet kurumlarına alınmaları da sağlanmaktadır.
Çünkü; imam-hatip ve ilahiyat mezunlarının kamunun diğer kurumlarına alınmaları
olası değildir. Bu yüzden 10 yıldır en çok öğretmen alımı “din kültürü ve
ahlak” branşında olmaktadır. Ve bu durum sürmektedir…
İki yıl sonra ders programı içeriklerine (müfredatlara) el
attılar. Küreselleşmeye ve AB ye övgüler düzerek ders programlarının
içeriklerini değiştirdiler. Ulusal değerlerimize ilişkin konular, üniteler yok
edildi. Okutulan ders kitapları ortadan kaldırıldı. Yeni müfredatları
istedikleri gibi yazdırmak için serbest piyasada kitap yazdırmaya son verdiler.
Bütün kitapları belli bir çevrede hazırlatıp ücretsiz dağıttılar. Böylece
müfredat programları ulusal olmaktan çıkarıldı. Bir yandan da “ders kitaplarını
ücretsiz veriyoruz”(!) diye uzun süre propoganda yapıldı!.. Oysa ana ders
kitapları daha önce de ücretsiz veriliyordu.
Bütün kitapların aynı olması; yetişen bütün kafaların aynı
olmasını sağlamanın bir yoludur. Buradan da görüldüğü gibi; AKP iktidarının
milli eğitimde özgür ve demokrat birey yetiştirme gibi bir niyeti asla yoktur.
Karar alıcılar ve uygulayıcılar aynı kafa yapısına sahiptirler.
Amaç; gelecek kuşakların da kendileri gibi olmasıdır.
4+4+4 SAÇMALIĞI
Eğitim sistemlerindeki düzenlemelerin uzun yıllara ve
bilimsel araştırmalara dayanması gerektiğini belirtmiştik. Sistem ve içeriğe
ilişkin çalışmalar; ilgili kurumların, bilim insanlarının, eğitim
sendikalarının, sivil toplum kuruluşlarının, kamuoyunun görüşleri de alındıktan
sonra hükümet tasarısı olarak meclislere sunulur.
AKP, bu yolu seçmeyerek, meclise ve halka karşı hile
yapmıştır. Birkaç milletvekiline bir öneri verdirerek(!), komisyonlarda
görüşülmesini de engelleyerek, yasayı meclisten geçirmiştir.
Çünkü başbakan; “yasayı bu hafta meclisten geçirin”
demiştir.
Bir sistem değişikliği ancak bu kadar ciddiyetsiz
yapılabilir!..
Düzgün yapılmayan bir işin, doğru ve düzgün sonuç vermesi
elbette beklenemez.
1973 yılından beri “Temel Eğitim Yasası” gereğince hazırlığı
yapılan, ancak; önce altyapı ve donanım koşullarının yetersizliği yüzünden,
sonra da cunta yönetiminin ve koalisyon hükümetlerinin oy kaygısı nedeniyle
gerçekleştiremediği 8 yıllık zorunlu ilköğretime AKP doğası gereği karşıdır. Seçmenler
8 yıllık temel eğitimi istemez.
İktidarın, 28 Şubat sürecine karşı biriktirdiği kin ve
nefretin bir nedeni de budur.
Koşullar iyice olgunlaşmıştır. 28 Şubat, büyük bir
propaganda ile kamuoyunda mahkûm edilmiş, askerler mahkemeye verilmiş,
Ergenekon, Balyoz vb. adlar altında ordu, demokratik güçler, ulusalcılar gözden
düşürülüp, insanlar toplama kamplarına tıkılmış, muhalefet iyice
etkisizleştirilmiştir.
Bu durumda; çoktandır gönüllerde yatan ve medrese eğitiminin
yeni versiyonu olan imam-hatip düzeninin temel eğitimde uygulanmasına kim karşı
çıkabilirdi? Karşı çıkacakları haklamak (!) artık kolaydı. Sonunda 10 günlük
bir zamanda temel eğitim sistemimizi değiştiren yasa kabul edilerek yürürlüğe
girdi!.. (30 mart 2012)
Bu yasa ile birlikte Türk milli eğitim sistemi büyük bir
karmaşaya düştü. Etkisi uzun yıllar devam edecektir. Hiçbir hazırlık
yapılmamıştır. Kağıt üzerinde yapılan bazı düzenlemelerle işin bitirileceği
sanılmaktadır ki; böyle aymazlık görülmemiştir.
4+4+4 ün sakatlıkları ve ortaya çıkacak büyük sorunlar:
Henüz ne ilkokul ne ortaokul ne de liseler için önceden
planlanmış, ders içerikleri hazırlanmış, kitapları yazılmış değildir. “Ben
yaptım, oluyor” denilmektedir!..
Yasada 60 aylık çocukların ilkokula başlama zorunluluğu
varken, milli eğitim bakanlığı “bu yıl 66 aylık çocuklar için kayıt zorunlu
olacak” diyerek yasayı çiğnemiş ve ayrıca; “isteyen veliler 60 aylık
çocuklarını da kaydettirebilirler” diyerek tam anlamıyla saçmalamaktadır.
Bütün bilim dünyası “60-66 aylık çocukların gelişme düzeyleri
-genel olarak-ilkokula başlamak için uygun değildir” diye açıklamalar yaparken;
Milli Eğitim Bakanlığı “ilk üç ayda bu çocuklara ana okulu eğitimi
verilecek”(!) diye bir karar yumurtlamıştır!.. Ana okulu öğretmeni var mı? Yok…
Sınıf öğretmeni bu işi yapar mı? Yapamaz. Peki; bu çocuklar için uygun
anasınıfları var mı? Yok.. Kendilerine uymayan sıra veya masalarda oturup,
diğer sınıflarla birlikte dinlenmeye çıkıp derse girecekler!.. O yaştaki
çocukları evlerinin önüne çıkarmaktan çekinen aileler, sabahın beş buçuğunda
okula yollamak zorunda kalacaklar. Bu çocuklar bir disiplin içinde haftada 30
saat ders yapacaklar.
Okullar açılsın, nice rezaleti içimiz acıyarak izleyeceğiz.
Efendiler, bu çocuklar size ne yaptı ki, onlara bu işkenceyi
uygun görüyorsunuz?.. (!)
Çocuk gelişiminde aralarında bir buçuk yıla varan yaş
farklılığı çok büyük farklılıktır. Daha küçük olan çocukların da; büyük
çocukların da eğitim ve toplum yaşamlarında doğabilecek büyük sorunlara neden
olacak kararları yasalaştırmak ve çocuğunu esirgeyip okula göndermeyene günde
15 Tl ceza yazmak, nasıl bir vicdansızlığın adıdır?..
İstanbul Tabip Odası, okula başlama yaşıyla ilgili olarak
önemli bir açıklama yayımladı. Konuyu çeşitli yönleriyle değerlendirdi.
Açıklama şöyle bitiyor “Sonuç olarak: şimdiye dek, eğitim fakültelerinin,
meslek örgütlerinin, eğitimcilerin, psikiyatrist, psikolog ve pedagogların
hiçbir önerisini dikkate almayan Milli Eğitim Bakanlığı’nı ve çocuklarımızı
yeni dönemin başlamasıyla okullarda bir kaos ortamı beklemektedir. Endişemiz bu
kaostan öğrencilerimizin onarılamayacak zararlar görmesidir. Ebeveyn ise çaresizdir.
“http://www.istabip.org.tr/index.php/haberler/2605-444-eitim-suereci-le-lgili-hekimlere-milli-eitim-bakanlna-velilere-ve-kamuoyuna-acil-duyuru.html
Türkiye’de 5.000 ilköğretim okulu İmam-Hatip okulu yapıldı.
Bu okullarda okuyan ve beşinci sınıfa geçen öğrenciler doğrudan İmam-hatip
öğrencisi oluyor!.. Peki; istemezlerse ne olacak? Ya çevredeki başka bir
ortaokula gidecekler. Uzaksa, imam-hatibe devam etmek zorunda kalacaklar!..
Olmazsa özel okullara gidebilirler!.. Zorla imam-hatip öğrencisi yapmak diye
buna denir…
İmam-hatip okullarına öğrenci kaydetme kampanyaları
başlamıştır.
İlköğretimi 4+4+4 şeklinde bölmenin amacı, İmam-Hatip
ortaokullarını yeniden açmak, hatta yatılı okutarak daha çok öğrenci çekmek, 9
yaşındaki çocukları bir yıl süre ile Kuran kurslarına yazdırmak, erken yaşta
beyinlerini koşullandırmak, dolayısıyla küçük yaştan itibaren özgürlüklerini
ellerinden almaktır.
Ama; bakın bunu nasıl yutturuyorlar: “bireylere ilgi, istek
ve yeteneklerine uygun bir eğitim alma yönünde taleplerinin karşılanması imkânı
sağlanmıştır.” (!)
Bakanlık kendisine yöneltilen soruları tam bir AKP sözcüsü
gibi yanıt vermekte ve demagoji yapmakta, halkı yanıltmaktadır.
(http://www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular2012/12Yil_Soru_Cevaplar.pdf)
Haftalık ders saatleri 5. Sınıftan itibaren seçmeli
derslerle birlikte 36-37 saati bulmaktadır. Bu yoğunluk; Kuran, Hz. Muhammedin
Hayatı ve Temel Dini Bilgiler derslerinin seçmeli olarak konması yüzündendir.
Lise ve ortaokullarda haftada haftada 2 saat okutulan Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi dersinden başka, 8 saat daha seçmeli derse gireceklerdir. Kuşkusuz ki;
okul yönetimleri çeşitli gerekçeler öne sürerek dini derslerin seçilmesini
isteyeceklerdir.ı
“Hiçbir öğrenci istemediği bir alandan ders seçmeye
zorlanamaz.”
Bakanlığın bu duyurusunu hiç unutmamalı. Okullar açıldığı
zaman, velilerin önüne seçmeli ders olarak –büyük olasılıkla- sadece bu dersler
konabilecektir. Veliler bütün seçmeli dersleri görmeli ve istediğini
seçebilmelidir. Seçemiyorsa, yukarıdaki kuralı hatırlatan bir dilekçe ile okul
yönetimine veya ilçe milli eğitim müdürlüğüne başvurmalıdır. Veliler çocukları
için istedikleri dersi seçme hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılması
önemlidir.
Zorlamaya, oldu- bittiye ve “mahalle baskısına”
direnilmelidir.
8 yıllık kesintisiz ilköğretimde “aralarında sekiz yaş fark
olan çocukların aynı mekanlarda olmasının sakıncalarını gidermek için 4+4+4
sistemini getirdik” diyenler; yine aynı uygulamayı devam ettirdikleri gibi,
çoktandır terkedilen ortaokul ve liselerin de aynı binada olabileceği kuralını
getirmişlerdir!.. Böylece, aynı yaş farkının liselerde de görülmesini
sağlamışlardır!.. Perhiz ve lahana turşusu deyimine güzel örnektir…
Hükümet, “zorunlu temel eğitimi 12 yıla çıkardık” diyerek
yalan söylemektedir. İlk 8 yıldan sonra liseye gitmek zorunluluğu yoktur.
İsteyen açıktan okuyabilir. Yani bir-iki sınava girer. Sonra da bırakır. Tıpkı
Açık Yüksek Öğretimde olduğu gibi… Bu arada kız çocukları çalıştırlabilirler.
Evde alıkonulabilirler. Ailelerinin isteğiyle veya yaş büyütmesi ile
nikahlı-nikahsız evlenebilirler… Nasıl olsa okula da gitmiyorlar. Kurnazlığı
gördünüz mü? Kafaları, – henüz gözleri açılmadan- küçük çocukları kapatmaya
nasıl da çalışıyor!..
AKP, imam hatip ortaokullarına öğrenci kaydettirmek amacıyla
valilikler, kaymakamlıklar, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri, belediye
başkanları, milletvekilleri hatta cami imamları aracılığıyla başlattığı
kampanyalara hız verdiler.
İmam hatip okullarına kayıtların, sokaklara asılan
pankartlara, cuma hutbelerine konu olması ve bazı Milli Eğitim Müdürleri
aracılığıyla başlatılan promosyon kampanyalarının ardından, ön kayıt
formlarının da camilerde toplandığı ortaya çıktı.
4+4+4 düzenlemesinden sadece öğrenciler değil, öğretmenler
de çok etkilenmektedir. Öğretmen sendikaları eyleme hazırlanmaktadır. Öğretmen
ve öğrenciler başka başka okullara resmen sürgün edilmektedir. Atanamayan
öğretmenler sorunu büyüyecektir. Kadro fazlalıkları, uyumsuzluklar, eksik branş
alanları ortaya çıkmıştır.
İktidar her şeyi göze alarak, eğitim sistemini medrese –
sıbyan okulu düzenine çevirmiştir. 35 saatlik haftalık ders saatinin 10 saati
dini derslere ayrılmıştır. İşte bu, “bütün okulların İmam-Hatip olduğunu”
gösteren en önemli kanıttır.
Birkaç yıl sonra, kuran kurslarına ortaokul denkliği
verilebilir.
İktidar anaokulu uygulamalarını genişleteceği yerde yok
etti…
Bunun yerine 4-5-6 yaş çocukları için sıbyan okulları
açılıyor. Duyuruları panoları süslemeye başladı bile..
Yani Osmanlının yıkılmasına neden olan üçlü- dörtlü eğitim
sistemi geri geldi.
Silivri’de bir ilanla mahalle mektebine kayıtların başladığı
duyuruldu!.. (http://haber.gazetevatan.com/Haber/476498/1/Gundem)
SONUÇ:
Devrim yasalarımızdan 3 mart 1924 tarihli öğretim birliği
yasası çoktandır dikkate alınmıyordu. 4+4+4 sistemi ile bütünüyle çöpe
atılmıştır. Anayasa suçudur!..
AKP iktidarının eğitim alanında yenilik olarak sunduğu ve
temel ilköğretimi 12 yıla çıkardığını iddia ettiği 4+4+4 sistemi eğitimimizi
geliştirecek yerde geriletecek özelliklere sahiptir. Böyle giderse birkaç yıl
sonra özlediğimiz çağdaşlığa değil, Arap ülkeleri düzeyine ulaşmamız(!) hiç de
zor olmayacaktır. Her alanda bütün belirtileriyle görülmeye başlamıştır…
Daha başlamadan vazgeçilmesi en doğru iş olur. Bu
olmayacağına göre AKP den sonra işbaşına gelecek iktidarların şimdiden
hazırlığa yeni sistem hazırlıklarına başlamaları gerekmektedir.
Aileler için de şunları önerebiliriz
İsteyen velilerin 60 ya da 66 aylık çocuklarını
–gelişmelerini uygun görüyorlarsa- ilkokula başlatmaları uygun olabilir.
Çocuğunun gelişmesini henüz yeterli görmeyenlerin ise okula
yollamaları akıl dışıdır. Cezası ne olursa olsun, hiçbir veliden, çocuğunu
başarılı olamayacağı, tehlikeli sosyal ortamlara yollamasını istemek kimsenin
hakkı ve haddi değildir…
ALTAN ARISOY
Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.