Hz. Muhammed’in Semahı


         Hz. Muhammed’in semah döndüğü apaçık bir gerçektir. Ayrıca Hz. Muhammed’in kıldığı namazın aynısını Aleviler de cem ayinlerinde kılmaktadırlar.
         Hz. Muhammed, Allah’ın son elçisi, ehlibeytin dedesi, tevhid ve velayetin mübelliği olan bir seçkindir. Onun seçkinliği tanrısaldır.  Zira, tanrısal bir görevle görevlendirilmiştir. Seçilmişliğine izafeten “Mustafa” denilen yüce elçiye esenlik ve saygı olsun.
          Hz. Muhammed’in temelde iki görevle görevlendirilmiş olduğunu bilmek gerek. Biri, Allah’ın varlık ve birliğini tebliğ, diğeri ise Hz. Ali’nin velayet ve imametini ilandır. İşte bu noktada hiçbir kınayanın kınamasından çekinmeden ve hiçbir tehditçinin tehdidinden korkmadan kalbimdeki büyük aşkı ve o büyük gerçeği ilan ederim ki; Hz. Muhammed en büyük Alevidir. Zira o, Hz. Ali’nin velayet ve imametini tebliğ ile memurdur ki bu da zaten Aleviliğin, dolayısıyla da gerçek İslam’ın özü ve esasıdır.  Gerçek şu ki, Tanrı elçisi bu iki göreviyle İslam peygamberi olarak müminlerin şefaatçisi, salihlerin müjdecisidir.
Onun yaşamı İslam’ın pratize edilmiş halidir. İslam’ın teorisi Kur’an ise, pratiği Resulullah’ın yaşamıdır. Dolayısıyla son din ve hak din olan İslam’ı doğru öğrenmenin ve bilmenin yolu Kur’an’ı ve sünneti sahih olarak idrak etmekten geçer. Ne var ki Kur’an’a ve sünnete dair rivayetlerin sıhhati konusunda bütün İslam tarihi boyunca ciddi tartışmaların var olageldiği de malumdur. En başta açıkça ortaya serelim ki, Kur’an’ın korunmuşluğu hususunda süregelen teolojik tartışmaların mevcudiyetini inkar, güneşe karşı gözlerini kapayıp gündüzken gecenin varlığını iddia etmekle müsavidir.

İslami Kaynakların Sıhhatine Dair
          Evet, bir kısım İslam tarihçileri Kur’an’ın değiştirilmiş ya da bazı müdahalelere maruz kalmış olabileceğini ısrarla dile getirmektedirler. Kur’an’ın derlenmesi sürecinde yaşanan bazı olayların bu konudaki şüpheleri takviye edici bir unsur olduğu iddia olunmaktadır.  Sözgelimi; her ayet için iki şahit gerekirken Tevbe Suresinin son iki ayeti tek şahitle yazılmıştır. Yine dönemin en ünlü hafızı Abdullah İbn Mesut derleme komisyonuna alınmamıştır. Yine bazı raviler komisyona Hz Ali’nin de muhalefet etmiş olabileceğini belirtmektedirler. Bu konuda en ilginç detaylardan biri de derlemeden evvel ayetlerin yazılı bulunduğu kağıtlar, kabuklar, taşlar ve ceylan derilenin tümünün derleme sonrası imha edilmiş olması, günümüze kadar tarihi vesika olarak gelmelerine izin verilmemiş bulunulmasıdır. Bununla birlikte ilk derlemenin yani Hafsa Mushafı’nın sonradan ikinci derleme sırasında yakılarak imha edilmesi de dikkat çekici bir diğer husustur. Hatta bundan ötürü Halife Osman’a “ Kur’an Yakıcısı“ dendiği de nakledilmektedir.
Kaldı ki Kur’an hiç değişmemiş olsa bile değişmeyen bir Kur’an’a rağmen neden bu denli bir birine zıt düşünceli mezhepler var olabilmektedir? Herkesin baktığında farklı farklı görüşler ürettiği ve farklı farklı dini yorumlar elde ettiği bir metnin lafız olarak değişmemiş olmasının pratikte değeri nedir?  Hakikaten bu konu üzerinde tefekkür edilmesi icap etmiyor mu?  Ayrıca şunu da belirtelim ki, sözlü kültür düzeyinde de olsa Alevi geleneğinde yer yer “ Kur’an’a kalem karıştı.” Şeklinde bir söylemin varlığını inkar mümkün müdür?
Hasılı kelam; Kur’an konusundaki bu durumun dine ve Resullah’a dair rivayetlerin sıhhatini nispeten gölgeliyor oluşunu iddia edebilmek söz konusu iken sıhhat hususunda daha zayıf olan sünnete ilişkin korunmuşluk ya da emniyeti hangi kefeye koymak icap eder?
Malum olduğu üzere peygamberin söz ve davranışlarını ihtiva eden sünnetin yazımı ve derlenmesi onun Hakk’a yürümesinden hayli uzun zaman sonra gerçekleşmiştir. Bu durum, sünnetin nesilden nesile sözlü olarak naklini daha da tartışmalı hale getirmiştir. Hz. peygambere ait olmadığı halde ona aitmişçesine bir yığın söz ( hadis ) uydurulmuştur. Dolayısıyla gerek Kur’an, gerekse sünnet konusunda neyin sahih, neyin gayri sahih olduğu hususunda apaçık bir berraklıktan söz edilememektedir. Lakin yine de Kur’an, sünnete göre sıhhat noktasında tartışmasız bir biçimde daha öndedir.  Hatta Kur’an’ın değiştirilmişliğine ilişkin elde güçlü ve ikna edici kesin bir delil mevcut değildir.  İddialar şüphe düzeyinden öteye geçememektedir. Bu nedenle İslam’a ilişkin, özelliklede Ortodoks İslam’a dair bilgi kaynağı elbette ki birincil olarak Kur’an’dır. Sünnet de bilgi kaynağıdır ama Kur’an’a göre sıhhati son derece zayıftır. Bu noktada güvenilir sünnetin sadece ehlibeytin ravi olduğu hadislerden oluşması gerektiği yönündeki tavrı daha isabetli görmek durumundayız. Ancak bu durumda da Şii anlayışın yorum ve müdahalelerinin etkisini ve sünnetin sıhhatine - en azından Alevilik açısından - yer yer gölge düşürdüğünü kabul etmek zorundayız.   
Hasılı kelam; gerek Kur’an gerekse sünnetin sıhhati konusundaki tartışmalar bu atmosferde iken dine ve dinin peygamberi Hz. Muhammed’e ilişkin bilgiler de tam bir emniyete sahip olamamaktadır. Hz. Muhammed’in nasıl bir hayat sürdüğü ve ne şekilde ibadet ettiği konusunda İslam mezheplerinin bir birinden hayli farklı fikirlere sahip oldukları da malumdur. Sözgelimi, dört Sünni fıkıh ekolünde bile Hz. Muhammed’in nasıl namaz kıldığı meselesi ittifaken izah edilememektedir. Nitekim peygamberin namaza dair hadis ve uygulamaları Sünni mezhepler arasında ciddi bir ihtilaf konusu hüviyetindedir.
Sünni ekollerin dışında Caferi fıkıh ekolünde de peygamberin nasıl ibadet ettiği noktasında ayrı bir fikir savunulmaktadır. Bu noktada ayrıntılara girerek meseleyi lüzumsuz detaylara boğmak isabetli olmayacağından Hz. Peygamberin ibadet şekli konusunda Alevi anlayışa temas etmek ve bu anlayışı mümkün olduğunca ortaya koyarak takviye etmek istiyorum.

Semahın Muhammediliğine Dair
       Evvelen şunu belirtmek icap eder ki, Aleviliğin teolojik kaynakları arasında deyiş ve nefesler neredeyse birincil düzeyde yer almaktadır. Hatta Aleviliğin kutsal metinlerini en başta deyiş ve nefesler teşkil etmektedir. Deyiş ve nefesleri diğer kutsal kitaplarla müsavi gören Alevi anlayışı kendini, deyişleri “ ayet “ olarak nitelemek suretiyle göstermektedir. Nitekim deyiş okumaya da “ayet okumak” denilmektedir. Ayrıca deyiş okurken çalınan bağlama / saza “ Telli Kur’an“ denilmesi de bu koşutta bir yaklaşımın sonucudur.

Evliyadan gelen kelam,
Okunan Kur’an değil mi?
Gerçek velinin sözleri,
Sure – i rahman değil mi?

Kaygusuz Abdal’a ait olan bu sözler, görüleceği üzere deyişlerin ne denli Kur’ansal kabul edildiğini gözler önüne sermektedir.
Hatta bu hususta yer yer kimi deyişlerde yazılı Kur’an’ın yani “Samit Kur’an’ın” sıhhatine karşı duyulan şüphenin yansıması olarak;

Ezelden bade – i aşk ile mestiz,
Yerimiz meyhane, mescid gerekmez,
Saki – i kevser’den kandık, elestiz,
Kur’an – ı natık var, samit gerekmez.

Denilerek yazılı Kur’ân’dan ziyade Natık Kur’an’a yani Konuşan Kur’an’a diğer bir ifadeyle insan sözünde ve sesinde vücud bulan ve ayet kabul edilen deyiş ve nefeslere itibar edilmesi gerektiği edebi sanatlardan istifade edilerek ve bir ölçüde gizlenerek dile getirilmektedir. Yukarıdaki dörtlük meşhur Alevi ozan Aşık İbreti’ye aittir. Benzer iletiye sahip bir diğer nefes de Bektaşi şair Edip Harabi’de kendini göstermektedir:

Ey vaiz – i riyakar
Kur’an’ı bilmiyorsun.
Gel bizden anla zira,
Kur’an, kelamımızdır.

Duvara karşı secde
Etmek bize ne hacet,
Bizim namazımızda
Allah imamımızdır.

Bu nefeste erenlerin kelamları Kur’an kabul edilmekte ve deyişler konusundaki tarihsel Alevi tavrı bir kez daha dile getirilmiş olmaktadır.
Deyiş ve nefesler Alevilikte kutsal metinler ise o halde Alevilikle ilgili en doğru ve en isabetli bilgilere de yine deyiş ve nefeslerden ulaşılacaktır.
İşte bu sebeple peygamberin ne şekilde ibadet ettiğinin tespiti noktasında Alevi anlayışın müracaat kaynağı da deyiş ve nefeslerdir.
Bu cümleden olarak belirtelim ki, Alevi deyiş ve nefeslerinde Hz Muhammed’in semah döndüğü, semah dönmeyi bir ibadet olarak yerine getirdiği ve yine müminlerden de bunu yapmalarını istediği apaçık bir şekilde yer almaktadır.
Deyiş ve nefes türleri arasında yer alan miraçnamelerde Hz. Muhammed’in Kırklar Ceminde Kırklar ile birlikte semaha girip vecd ile semah döndüğü coşkulu bir biçimde zikredilmektedir. Şah İsmail Hatayi’ye ait olduğu belirtilen miraçnamenin bir bölümünde açıkça şöyle denilmektedir:
“Muhammed bile girdi
Kırklar ile semaha...”
Alevi inancına göre Hz. Muhammed ve Kırkların semah dönmesi onların kendi takdir ve tasavvurları olmaktan ziyade Hakk’ın emridir. Nitekim Hz. Muhammed miraçta Tanrı’dan, semahı, ifa edilmesi gereken bir ibadet olarak almıştır. Bu sebepledir ki, Kırklar Cemine girip Hakk’ın emrini ifa etmek üzere semah dönmüştür.
Hz. Muhammed’in semah döndüğü ve semahın bir ibadet olduğu düşüncesi yüzlerce deyiş ve nefeste zikredilmekle birlikte buyruklarda ve diğer Alevi anlatılarında da son derece sahih bir biçimde yer almaktadır.
Bunların dışında Hz. Muhammed’in semah döndüğü ve semahın ibadet olduğu düşüncesi Ahmet Yesevi’nin Divan – ı Hikmet’indeki “ hikmet “ adı verilen şiirlerinde de yer almaktadır.
Yine Ebu’l-Vefa’nın “ Menakıbname” sinde, İmam Gazali’nin “İhya’u Ulum’ud – Din“ adlı eserinde, Börklüce Mustafa’nın “Tasvir’ül – kulüb “ isimli kitabında ve Mevlana Celalettin – i Rumi’nin eserlerinde semahın / sema etmenin ibadet olduğu net bir biçimde yer almaktadır. Hatta bu eserlerde semah doğrudan doğruya Hz. Muhammed’e isnat edilmektedir. Yani Hz. Muhammed’in semah döndüğü ve semah dönmeyi teşvik ettiği / önerdiği / emrettiği ortaya konulmaktadır.
Semahın Kur’ansal temelinin de bulunduğu yönünde teviller de söz konusudur. Saffat Suresi 1-2-3. ayetlerde semaha işaret buyrulduğu Aleviler tarafından sıkça ifade edilmektedir. Bir vakit şahsen ben de bu ayetlerin zorlama yorumla bu yönde tevil edildiğini düşünmüştüm. Ancak başkaca kaynakları yani yukarıda belirttiğim kaynakları da dikkate aldığımızda bu ayetlerin semaha işaret etmesi düşüncesinin son derece isabetli bir yorum olduğu kanısına ulaştım.
İlgili ayetler şu şekildedir:
“Andolsun o saf bağlayıp dizilenlere / o saflar tutturup sıraya dizilenlere / o kanatlarını açıp toplayarak uçanlara,

O haykırarak sevk edenlere / o göğüs gererek durduranlara,

O zikir okuyanlara…”
Semahın İslami kaynaklarından biri de Kabe’nin etrafında yapılan tavaf ibadetidir. Bilindiği üzere tavafın kökeni İslam öncesi döneme kadar gitmektedir. İslam öncesi putperest Araplar Kabe’nin etrafında ellerini çırparak ve üryan bir biçimde tavaf etmekteydiler. Şekil itibariyle neredeyse semahla birebir uyuşan ve benzeşen tavaf ibadeti İslam ile birlikte bazı değişikliklerle yeniden düzenlenmiş, İslami bir ibadet olarak Hac farizasının bir parçası kılınarak sürdürülmüştür. Tavafın kökenini Hz. İbrahim dönemine değin götürmek mümkündür. Tavaf ibadeti Alevilerce ve bir kısım diğer sufi İslam ekollerince semah ya da sema biçiminde devam ettirilmiş ve devam ettirilmektedir.
Kabe’nin etrafında el çırparak icra edilen tavaf ibadeti, Alevi cemlerinin ayrılmaz bir parçası olan miraçnamelerde ve miraçnamalerin semah bölümünde aynı biçimde zikredilmekte ve Kırkların, Kırklar Ceminde dolu içip el çırparak vecd ile semaha kalktıkları ve bu semaha Hz. Muhammed’in de iştirak ettiği hatta bir vakit semahın Hz. Muhammed’in etrafında dönüldüğü ifade edilmektedir. Bu sırada Hz. Muhammed’in sarığının yere düştüğü, semahçıların o sarıktan parçalar alarak bellerine bağladıkları vekemerbest oldukları belirtilmektedir.
Şah Hatayi’ye ait miraçnamenin ilgili bölümü aşağıdaki şekildedir:
“Ol şerbetten biri içti
Cümlesi de oldu hayran
Mümin müslim üryan büryan
Hep girdiler Semaha.
Cümlesi de el çırpıben
Dediler ki Allah Allah
Muhammed bile girdi
Kırklar ile Semaha.
Muhammed’im coşa geldi
Tacı başından düştü
Kemeri kırk pare oldu
Hepsi Sardı Kırklara.
Muhabbetler galip oldu
Yol erkân yerini aldı
Muhammed’e yol göründü
Hatırları oldu sefa.
Muhammed evine gitti
AliHakkı tavaf etti
Hatemi önüne koydu
Dedi saddaksın Yâ Ali!
Evveli sen, ahiri sen,
Zahiri sen, batını sen,
Cümle sırlar sana ayan,
Dedi Şah-ı Evliya.
Şah Hatayi’m vakıf oldum
Ben bu sırrın ötesine
Hakkı inandıramadım
Özü çürük ervaha.
Görüleceği üzere miraçnamede tavaf ibadeti de semahla birlikte anılmakta “ Ali Hakk’ı tavaf etti…”denilerek semah ve tavaf arasındaki aynılık dile getirilmektedir.
Öteden beri semahı bir oyun ve eğlence olarak niteleme konusunda gerek Sünni ulema gerekse Şii /Caferi ulema ağız birliği içerisindedir. Alevi ritüellerine oyun ve folklorik bir unsur gözüyle bakan Sünni ve Şii çevreler, İslami bilgi kaynakları konusunda sadece kendilerince muteber kabul edilen metinleri yani Kur’an ve Sünnetin Şii ve Sünni yorumunu temel aldıklarından Aleviliğin kutsal metinleri olan deyiş ve nefeslere alelade şiirler yığını şeklinde bakmaktadırlar. Ne var ki iş hiç de onların sandıkları gibi değildir. Aleviliğin teolojik müstakil kimliği için deyiş ve nefesler birincil düzeyde dinsel kaynak olmaları bağlamında gerek Hz. Muhammed’in ibadet biçimi gerekse dinsel inanç ve ibadet kuralları noktasında esas müracaat mercidirler.
Bu noktada semahımızı oyun ve eğlence olarak gören çevrelere karşı Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin sözlerini bir kez daha anımsatmak yerinde olacaktır.
Haşa ki semahımız bir oyuncak değildir.
İlahi bir aşktır, salıncak değildir.
Her kim ki semahı oyuncak sanır,
Onun cenaze namazı kılınacak değildir.
Görüleceği üzere semahı oyun olarak niteleyenleri Hünkar, İslam dışına çıkmakla itham etmektedir. Zira, cenaze namazı kılınacak değildir, demek Müslüman değildir demektir. Ancak Müslüman olmayanın yada Müslüman iken dinden çıkanın cenaze namazı kılınmaz.
Diğer yandan Sünni ve Şii ulemanın namaz adını verdikleri ritüeldeki şekil özellikleri tümüyle Alevi cemlerinde yer almaktadır. Yani Alevi ritüelleri Hz. Muhammed ve ehlibeytin uyguladığı ibadet şekillerini içermektedir.  Bu nedenle Alevilerin, Hz. Muhammed ve ehlibeytin yaptığı gibi ibadet yapmadıkları şeklinde bir suçlamaya maruz bırakmak kesinlikle isabetli değildir.
Bu noktada hemen belirtelim ki, yukarıda da adını zikrettiğimiz deyiş ve nefesler dışındaki kaynakların müelliflerinin pek çoğu gerek Sünnilerce gerekse de Şiilerce muteber addedilmekte ve dikkate alınmaktadır. Hal böyleyken semahı İslami bir ibadet olarak kabul etmeme tavrı mezhepsel körlükten başka ne olabilir?
Hz. Muhammed’in semah döndüğü apaçık bir gerçektir. Ayrıca Hz. Muhammed’in kıldığı namazın aynısını Aleviler de cem ayinlerinde kılmaktadırlar.  Bu nedenle Alevileri namaz kılmamakla ve semahı namazın yerine ikame etmeye çalışmakla itham etmek ne İslam tarihinden ne de dinsel kaynaklardan onay alan bir tutum değildir.
Dedelerimizin dönülen her semahtan sonra okudukları gülbenklerde belirttikleri gibi;
Semahlar saf ola,
Günahlar affola,
Rehberimiz On iki imam,
Yardımcımız Hak ola,
Bize Hz.Muhammed’den kalan semahımız Kırkların Semahı ola…
Dil bizden, nefes Hünkar Hacı Bektaş Veli’den ola…
Gerçeğin demine hü…

MUSTAFA CEMİL KILIÇ /  İlahiyatçı - Yazar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cahit Külebi Şiirinde Tokat ve Anadolu Motifleri-Hami Karslı

Bir Doğasever: FARUK SÜKAN

Unutulan Bir Katliam:Talkan ve Cürcan