Milliyetçilik ve Ulusalcılık Tartışması
-Ümit Özdağ’a Yanıt-
İnsanlığın başat sorunu doğa ile mücadele etmekse ikinci
büyük mücadelesi de –sınıflı toplumlarla birlikte- adaletli, sağlam bir yönetim
düzeninin kurulması ve geliştirilmesi olmuştur.
Devlet ve iktidar konusunda binlerce yıl kafa patlatıldı. En
iyi yönetimin nasıl olacağı düşünüldü, araştırıldı, denendi…
On binlerce topluluk, binlerce devlet gelip geçti.
Ama henüz bunu başaramadı. Belki de hiç başaramayacaktır…
Aristoteles, Machiavelli, İbni Haldun, Auguste Compte … Ve
daha binlercesi…
Son iki yüz yıldır bu alandaki bilgiler ve deneyimler
sistemleştirilmeye çalışıldı.
Siyaset bilimi böyle doğdu.
Yönetim, iktidar ve sosyal gruplar; sürekli gelişen bilim ve
uygarlıkla birlikte değişkenlik gösterirler. Bu nedenle tarihin herhangi bir
dönemi için uygun sayılabilen bir yönetim anlayışı ne önceki ne de sonraki
dönemler için referans olmaktan uzaktır.
Bugün yeryüzünün her yerinde toplumların gelişmişlik
düzeyine göre değişik yönetimler vardır. İlkel topluluklarda siyaset biliminin
en çağdaş kuralları bile geçersiz kalır. Buna karşın ilkel uygulamaları bazan
en gelişmiş toplumlarda -geçici de olsa-
görmek olasıdır.
Kuşkusuz siyaset bilimi de insanlıkla birlikte gelişmeye
devam edecektir.
Konuya çok geniş bir açıdan girdik.
Uygarlıktan uygarlığa, toplumdan topluma değişkenlik
göstermekle birlikte siyasette olması gereken temel doğrular her yerde aynıdır:
Örneğin, açıklık, dürüstlük, doğruluk, insana ve topluma saygı, gerçekçilik,
akılcılık vb…
Ülkesi için hizmet etmek isteyen insanların siyasetin
benimsenen temel kurallarını içselleştirmesi gerekir. Etiğe uyan budur.
Oysa; Türkiye de siyaset bu alanda çok kötü örneklerle
doludur.
Talanın, yalanın, torpilin, ihale yolsuzluklarının, yandaş
kayırmanın, hırsızlığın, haksızlığın, adaletsizliğin, takiyyenin, rejime
ihanetin, baskının, korkutmanın, komploların içinde yaşıyoruz…
Böyle bir ortamda istenir ki; muhalefet cephesi en azından
temel doğrularda birleşsin!..
Tarihin ve bilimin açık doğrularını göz ardı edip yapay
farklılıkları sürdürmekte inat etmesin..
Ama olmuyor. Herkes bire at gözlüğü takmış kimseyi görmüyor.
Bir de “tek başıma iktidar olacağım” diye tutturmaz mı!..
Onlara, “daha kaç dayak yemek istiyorsun” diye sormalı…
Bütün amacı Türkiye Cumhuriyetini dönüştürmek olanlara
sözümüz yok.
Ama cumhuriyet ve devrim düşmanlarına karşı muhalefetin
birlikte olmamasına anlam verilemez. Tam da sımsıkı birleşip savacakları sırada
ideolojik ayrılıklarına yeni boyutlar katmaları ve anlaşmazlığı tırmandırmaları
anlaşılır bir durum değildir.
Son günlerde milliyetçilik ve ulusalcılık kavramları
arasındaki farklar böyle bir anlayışla
ele alınmaktadır. Politikacıların bilgisiz ve düzeysiz söylemlerle halkı
kandırmalarını bir yana bırakalım. Bu konuyu bilmesi ve dosdoğru yazması
gereken bilim insanları da ideolojilerine hizmet etmek için gerçekleri
saptırmaktadırlar. İşin en üzücü yanı budur.
Bu konuda Sayın Ümit Özdağ’ın yazısı örnekleyerek eleştirmek
istiyorum.
Ümit Özdağ; “milliyetçilik ve ulusalcılık arasındaki
farklar” konulu bir yazı yayınladı. Yazısında “Türk milliyetçilerinin
“ulusalcı” olarak nitelenmesinden rahatsızlık duyduğunu belirterek,
milliyetçilikle ulusalcılık arasındaki farkları sekiz madde olarak sıralıyor.
Önce milliyetçilik ve ulusalcılık kavramları arasındaki
ayrımı ortaya koyalım.
Anlam olarak;
Millet=ulus; millî= ulusal; millici=ulusalcı; millicilik=
ulusalcılık anlamlarındadır. Milliyet ise –daha çok- gelinen soy veya kavim kökenini ifade eder.
(Arapçada millet sözcüğünün ve türevlerinin “ümmet” anlamında kullanılması
konumuz dışıdır. Türkçedeki anlamı önemlidir.)
Demek ki ulusalcılık= milliciliktir.
Kurtuluş savaşında “millici” olan ve sonra Kemalist harekete
bağlananlar bugün kendilerine “ulusalcı” demektedirler…
Özdağ; Türk milliyetçiliği sağcı bir görüştür, diyerek
kökenini Bilge Kağan’a dayandırıyor. Uluısalcılığa sol kökenli damgasını
yapıştırıveriyor.
18. yüzyılda endüstri devrimiyle yepyeni bir akım olarak
ortaya çıkan, milliyetçilikle ve sol – sağ kavramlarıyla bin beş yüz yıl
öncesini yorumlayamazsınız…Bir bilim insanı bunu yapmaz. Yaparsa ya kastı
vardır. Ya da o ünvanı hak etmemiştir…
Türklerin tarihte kurduğu ilk ulusal (milli) devlet Türkiye
Cumhuriyetidir.
Geçmişteki bütün Türk devletleri yöneten ailenin malıdır.
Kağan ölünce mirasçılar arasında paylaşım savaşı yapılır. Kimse ötekinin ve
yönetilenlerin gözünün yaşına bakmaz. Gücü yeterse yok eder.
Hangi ulus anlayışından söz ediyorsunuz!..
Özdağ; “ulusalcılığın, islam öncesi Türk uygarlığını ve
Osmanlı’yı görmediğini söylüyor.
Ulusalcıların Atatürk’ü tarihsel bağlamından kopararak
yorumladığını” iddia ediyor.
Ümit Özdağ’ın sakladığı veya unuttuğu bir gerçeği
anımsatalım..
Çağdaş Türk ulusçuluğu binlerce yıllık tarihin süzgecinden
geçerek gelmiştir. Hem kendi kökenlerini bilir. Hem de Anadolu’da tarih boyunca
birbirine karışan bütün etnik unsurları tek bir ulus olarak görür. 1930 lu
yıllardaki tarih çalışmalarını, Atatürk’ün mirasının yarısını TTK na
bağışladığını nasıl unutulabilir!..
Ulusalcılar Osmanlıyı görür. Tarihin bir parçası olarak kabul
eder. Ama Osmanlıya öykünmez… Ondan sadece ders alır…
Ulusalcılık, öte yandan Atatürkçülüğün 6 ilkesini 9 ışıkla
değiştirenleri de görür. Bu hareket yeni bir ideoloji yaratmaktan başka hangi
anlama gelir?.. Bu hareket özünde Türkiye Cumhuriyetinin ideolojisini
değiştirmeye çalışmaktır…
Sayın Özdağ; “ulusalcıların din anlayışları
pozitivist/laikçi bir çizgiye” oturtmasını eleştiriyor. Buna karşın “Türk milliyetçilerinin İslam
dinini Türk milletinin ayrılmaz bir parçası, karakterini oluşturan en önemli etkenlerden
birisi olarak görürler,.. Türk milliyetçileri Türk-İslam ülkücüleridir.”
yorumunu yapıyor.
Özdağ ulusalcıların din konusundaki bakışını doğru
değerlendirmiş… Öyledir. Ama bu yaklaşımı “yanlış” sanması beni hiç şaşırtmadı.
Kendi ideolojisini kötüleyecek değil ya!..
Din çağdaş devletlerde pozitivist bir bakışla
değerlendirilir. Laiklik bütün uygar dünyanın, bütün demokratik düzenlerin
temel direğidir…
Türk-İslam sentezi gibi bir kavram kargaşası ile insanların
dini duygularını sömüreceğinize, o duyguları suiistimal ederek siyasete alet
edeceğinize, o duygulara saygı duymak; inançların devleti yönetmesine karşı
olmak; çağımızın olmazsa olmazıdır…
Tersi durumlarda içine düşülen kargaşa yıkım getirir.
Türkiye’de yaşadığımız gerçeklik budur.
Sayın Özdağ’ın din sömürüsüyle, hurafelerle insanları
uyuşturmanın sonunda geldiğimiz yeri görmediğine inanabilir misiniz?..
Öyleyse neden bu alana yatırım yapıyor?
Bunu herhangi bir insan, bir sokak politikacısı yapsa
bağışlanabilir. Özürlü sayılabilir…
Bilim insanı böyle bir yanlış yapmaz..
Arkasından “Ulusalcılar çağdaşlaşmayı batı tarzı yaşam
olarak görürler” şeklinde bir değerlendirme yapıyor.
Dilin kemiği yok. Ama böyle bir şeyi nasıl söyleyebiliyor?..
Atatürkçülük o kadar sığ ve başka anlamlarda kullanıldı ki;
Atatürkçüyüm diyenlerin nitelikleri belirsizleşti. İşte bu durumda gerçek
Atatürkçüler kendilerini “Kemalist” olarak tanımlamak gereğini duydular.
Milliyetçilik ve ulusallık bezer anlamda kullanılıyor ve
önemli bir ayrım yapılmıyordu..
Milliyetçilik sözcüğü ırkçılıkla, Turancılıkla, İslamcılıkla
o kadar özdeşleştirildi ki; Kemalistler kendilerine “ulusalcı” demeye
başladılar…
Hiçbir ulusalcı çağdaşlaşmayı “batı tipi” bir yaşam olarak
görmez. Batı’yı sadece bilimiyle, teknolojisiyle, sanatıyla, uygarlık
değerleriyle önemser. Onları alır. Ve kendi içinde özümseyerek yepyeni bir
uygarlık sentezi yaratır. Batı ile rekabet eder…
Adı üstünde; ulusalcı… Batıcı değil…
Recep söylese Atma recep denir…
Ama siz söyleyemezsiniz
Bunu bir bilim insanı söylüyorsa önemlidir. Eleştirmek de
benim için bir görev olur…
Şunu da ekleyelim ki; toplumdaki birtakım uç örneklerin,
bohemlerin, AB özentisiyle, Batı öykünmeciliğiyle ortalarda dolaşanların
ulusalcılıkla hiçbir ilgisi yoktur…
Özdağ devam ediyor:
“Ulusalcılarda tepeden inmeci, halka rağmen bir yaklaşım
hakimdir. Türk milliyetçileri/Ülkücü Hareket ise tabandan, halkın içinden gelen
ve halkla birlikte bir yaklaşımı temsil etmektedir. “
“Ülkücü Hareket ise tabandan, halkın içinden gelen ve halkla
birlikte bir yaklaşımı temsil etmekte” ymiş!…
Hiçbir toplumsal dönüşüm, hiçbir devrimin motor güçleri
halkın tabanı değildir. Fikri temelleriyle, alt yapılarıyla, öncüleriyle
yukarıdan aşağıya doğru örgütlenir. Önderler ortaya çıkar. Dünyanın bütün halk
hareketlerine, o halkın içindeki bazı seçkinler öncülük eder. Taban benimser,
onları izler ve harekete geçer…
Ülkücü hareketin fikri yapısı nasıl oluşturulmuştur?
Gaspirali, Togan, Atsız, Türkeş basit yurttaşlar mıdır? Bu hareketin başarıya
ulaşması durumunda ülke yönetimi sıradan insanlara mı geçecektir?
Her şeyi halka bırakmak, halkın iradesi değildir. Halk bunu
zaten istemez. Bu görüş, kendilerine “liberal” diyen döneklerin savundukları
bir görüştür. Halkın cahil kalmasını, kurdukları düzenin bozulmamasını
isterler. İsterler ki; emperyalizme,
gericiliğe, yoksulluğa, sömürüye hizmet devam etsin. Bunlar
işbirlikçilerin eski ve çürük görüşleridir. Halkı değil çıkarlarını gözetirler…
Şu yakınlarda bir kendini bilmez de “cumhuriyeti kurarken
bize mi sordular” demişti…
Başkaları da “cumhuriyet ilan edildiğinde demokrasiye neden
geçilmedi, terakkiperver parti neden kapatıldı vb…” diyerek saldırıyor!..
Ülkelerin dinamik güçleri vardır. Nitelikli insan gücü,
ekonomik düzeyi, eğitim-kültür-sanat derecesi ve laiklik…
Bir feodal toplumda demokrasi olmaz. İlle de olsun derseniz
o topluma zarar verirsiniz…
Bizim demokrasimiz de bu yüzden hastadır. Kör ve topaldır.
Sayın Özdağ’ın fikirleri nasıl oluyor da liberal
işbirlikçilerin görüşleriyle örtüşüyor?..
Yoksa literatüre “liberal-ülkücülük” diye yeni bir kavram mı
girdi?…
“Ulusalcıların büyük projeleri yoktur. Türk
milliyetçileri/Ülkücü Hareket için ise nihai hedef Türk birliğidir. “
Ümit Özdağ’ın ulusalcılara yönelttiği son eleştiri budur.
Kemalistlerin büyük projesi çağdaş uygarlığa yetişmek onu
geçmektir.
Bundan daha büyük proje olur mu?
Atatürk gerçekçiydi. Enver Paşa’nın yol açtığı felaketlere
ve onun sonuna tanık olmuştu. Koca bir dünya tarihini çağdaşlarından çok daha
iyi okumuş ve analiz etmişti.
Dünya Türklerini birleştirmek konusunda fikrini söylemiş ve
eylemini ortaya koymuştur.
Neden O’nun yolu dururken bir başka yol aranıyor?..
Neden başka bir yolun yolcusu olunduğu halde “Atatürkçüyüm”
deniliyor?..
Çağı ve dünyayı algılayamayanlara büyük düşler çok çekici
gelebilir. Hindistan’da yoksullar çok şatafatlı büyük film prodüksiyonlarıyla
uyutulur. Sinemada iki saat boyunca debdebe izleyerek mutlu edilirler. Ama
onlar gerçek yaşamda hep yoksul kalmaya mahkûmdurlar…
Devletler için olmayacak düşler de öyledir. Çalışmak,
üretmek, yükselmek yerine uyuşturmaya yarar. Bunun yerine gerçeklerle baş
etmesini öğrenmek ve her gün biraz daha başarmak için uğraşmak gerekmiyor mu?..
Bu türden düşler, aynı türden hayalleriyle alay ettiğimiz
Yunanlar, İtalyanlar, Almanlar’ı da haklı çıkarmaz mı?..
Bırakın onları bugün dünyaya hükmettiğini sanan ABD
gerçekten bu amacını tam gerçekleştirebilecek midir?..
Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür, bağımsız, laik, demokratik,
saygın bir ulusal devlet olarak çağın en önlerinde yarışması, hepimizin birlik
içinde gerçekleştirebileceğimiz bir amaçtır…
Kandırmaları bırakın. Gerçekleri görün.
Hep birlikte bir vücut olalım. Ve Atatürk’ün gösterdiği
“çağdaş uygarlık düzeyi”ni yakalamış Türkiye Cumhuriyeti için savaşalım…
Bunda var mısınız?..
Ötesi boş iştir…
Bilim insanları önce kendi yanlışlarını düzeltmeli,
bilgilerini sağlamlaştırmalıdırlar. Taraftarları aldatmak için yalan-yanlış
suçlamalar yapmamalıdırlar..
Siyasetin bilim insanlarına gereksinmesi var.
Bilim insanının gerçekleri saptırması ne bilime, ne de
etiğe, ne de siyasete sığmaz….
Gerçeği saptırmak asla doğru bir siyaset değildir..

Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.