Mürailik
Bilerek seçtim.
Anlamı; riyakârlık, iki yüzlülük, art niyetlilik,
sahtekârlık demektir.
İnsanlık açısından aşağılanan davranışlardandır..
Mürailik (riyakarlık) dini açıdan da mahkûm edilmiştir.
Küçük şirk sayılmıştır.
Mürailer; din ve dince kutsal sayılan duyguları sömürerek
hile, desise, yalan, dolan yoluyla maddi ve manevi çıkar sağlarlar. Şan ve
şöhret kazanmak isterler. Onlar için önemli olan amaca ulaşmaktır.
Yani; mürailerin (riyakârların) her iki dünyada da yeri
yoktur.
Hele bizim gibi ahlaki ve dini değerleri güçlü olan
toplumlarda riyakarlığın hiç olmaması gerekir(!..)
Gel gör ki; Türkiye, şirk koşanların, sahtekârların,
müfterilerin, inanç pazarlamacılarının baş tacı edildiği bir ülkedir.
***
En yakınımızdan başlayalım.
İşte, alışverişte, arkadaşlıklarda, toplantılarda, sporda
vb…
Eğlence ortamlarında bile –azıcık dikkat ederseniz-
ikiyüzlü, art niyetli sahtekârları hemen görebilirsiniz.
Oradadırlar…
Riyakârlık ve sahtekârlık her alanda yaygın.
Bir yandan yaşam kavgası içinde bunalıp ezilirken; öte
yandan da hayallerimizi sömüren, duygularımızı gıdıklayan mürailerin tuzağına
düşüyoruz. Mürailer kandırdıkça uyuyoruz. Uyudukça kandırılıyoruz,
aldatılıyoruz.
Aldatıldıkça sömürülüyoruz İnanç ve insanlık değerlerimiz
aşınıyor. Kör inançlar güçleniyor. Geleceğimiz çalınıyor.
Çoğunluğumuzun kafası poşetlenmiş. Yığınlar hipnotize edilip
koşullandırılmış.
Fanatizm illeti sarmış havayı. Öğrenmiyoruz, düşünmüyoruz,
dinlemiyoruz…
Bildiklerimiz kafamıza şırınga edilenlerden ibaret.
Ha bire onları yineleyip bağırıp çağırıyoruz…
***
Neden böyle olduk?..
En başta mürailer yüzünden.
Bir adam 12 Eylül’ü yere göğe koyamıyor, 28 Şubat
kararlarına övgüler düzüyor.
Temsil ettiği cemaat bu dönemlerde korunuyor, destekleniyor,
güçlendiriliyor.
Bugün ise o dönemlerin baş düşmanı rolünde. Müttefikleri ile
birlikte Türk ordusuna tezgâhlar kuruyor. Yandaşları da beslenip büyüdükleri o
dönemlere olmadık hakaretlerle, iftiralarla saldırıyorlar!..
Hak, hukuk, adalet, ahlâk, insaf, vicdan, din, iman…
Din adına dinin en kutsal kavramlarını iğfal ediyorlar.
Demokrasi adını ağızlarından düşürmüyorlar
Tarihteki yüzlerce tarikat gibi, aslında demokrasi kavramına
taban tabana zıt ve düşman olan bir akılsız akımın, demokrasi ile toplumu
kandırması riyakârlık değil midir?
Toplum; bu çelişkiyi, ülkemize, insanlığa ve dine karşı bu
büyük ihaneti görmüyor!..
Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi;
“körüz biz/ mil çekilmiş gözlerimize mil.. “
***
Erbakan politikaya atıldığında propaganda konuşmalarında
söylediklerine “milli görüş(!)” adını vermişti…
Erbakan’ın “milli görüş” ü aslında dini görüştür. Ama
yozlaştırılmış, hurafeyi, batılı savunan, dinin özünü bozan bir görüş…
Uçuk vaatlerle ve tarihi çarpıtarak yaptığı karalamalarla,
tarikatları kendine çekti. Yurt dışında yaşayan ve dinine sığınan
yurttaşlarımızdan da aldığı maddi destekle güçlendi.
Erbakan daha cahil ve yoksul olan, inancına sığınmaktan
başka tutunacak yer bulamayan kırsal kesimi laik çevrelere düşman etti.
Muhalefetini bu düşmanlık üzerine kurdu.
Başbakan olunca da uygulamalarındaki tutarsızlıkların
yanında, kandırdığı tarikat-cemaat çevrelerinin ayağa kalkması 28 Şubat 1997
MGK kararlarına yol açtı.
1970 lerdeki “yüz bin tank, yüz bin uçak.. “ propagandaları
halâ kulaklarımızdadır.
Kasten yalan söylemek, iftira atmak, camilerden çeşitli
vakıf ve dernekler için toplanan yardımları, Bosna yardımlarını, devletin
parasını iç etmek hiç bir kitaba sığmaz…
Erbakan din silahıyla ortaya çıktı. Halkın saf inançlarını
suiistimal etti. Muhalefetini yalan ve karalama üzerine inşa etti. Toplumun bir
kesimini diğerlerine düşman haline getirdi.
En çok oyu Konya’dan alıyordu.
Ama, Mevlana’nın “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi
görün” sözünü hiç tutmadı.
Yandaşlarını hayal dünyasında hurafelerle uyuttu. Batıla
yönlendirdi. Çağdaşlaşmanın, ilerlemenin önünü tıkadı.
Erbakan ve ekibi devleti ele geçirmek ve ganimetlerine
konmak için dünyayı, tarihi ve gerçekleri ters yüz ettiler.
Bu işe dini açıdan mürailik, yani ikiyüzlülük, yani
riyakarlık, yani sahtekarlık denir.
***
Türkiye Cumhuriyeti düşmanları kendilerini hep “mazlum” ilan
ettiler.
Laikliğin kâfirlik olduğunu, Atatürk döneminde camilerin
yıkıldığını, hayvan ahırı yapıldığını, dinin unutturulduğunu, yüz binlerce
insanın sorgusuz ve yargısız idam edildiğini, Kuran okumanın suç olduğunu,
İstiklal mahkemelerini, şapka giymediği için asılan adamları… Bunlar gibi
binlerce yalanı söyleyip durdular…
Kendilerini “Türkiye’nin zencileri” olarak tanımladılar.
Bir “zulüm” edebiyatı tutturdular ki; baştan aşağı yalan ve
iftiradır.
Bugün seksen bin cami varsa, bu cumhuriyet sayesindedir.
Tarihin hiçbir döneminde din işlerine cumhuriyet dönemindeki
kadar büyük bir önem verilmemiştir.
“Zulüm gördüm” diyenlerin hiç biri doğru söylemiyor.
Başta, bugünkü iktidar sahipleri bizzat cumhuriyetin
nimetleri ile oralara gelmişlerdir.
12 Eylül de, 28 Şubat da onların önünü açan, engelleri
kaldıran hareketlerdir.
Sözleri yalan, eylemleri yanlıştır.
Bütün bunları da kutsal dinimizi kullanarak elde etmişlerdir.
Haksızlığa, hukuksuzluğa, harama, yağmaya, talana,
hırsızlığa batmışlardır.
Saf iman sahiplerine soralım:
Mürailik başka nedir ki?.. ***
Sovyet sistemi yıkılınca bizim solcularımıza bir hal oldu!..
Birdenbire varsıllaşmaya başladılar. Bazıları ayda yüz bin
dolara varan paralarla maaşa bağlandılar. Kimi profesörler, tv enkırları, köşe
yazarları, göbekten dışarıya bağlı holding sahipleri emperyalizmin
“küreselleşme” (yeni dünya düzeni) diye yutturduğu tek kutuplu sömürü düzenini
canla-başla savunmayı görev edindiler…
Emperyalist odakların, dinci gericiliğin, etnik
milliyetçiliğin işbirlikçisi ve sözcüsü oldular.
Aradan zaman geçti. Küreselleşmenin korkunç bir sömürü ve
asimilasyon düzeni olduğunu anlamayan kalmadı.
En büyük ulus devletler daha da güçlenmek için birleşmeye
çalışırken, işbirliği yaparken, ulusal çıkarlarından bir milim geri adım
atmazken, dünyanın geri kalanının daha da parçalanmasını istemenin insanlıkla,
solculukla ilgisi olabilir mi ?..
Ama onlar ülkelerin parçalanmasını, dünya halklarının –
ülkelerin- atomize edilerek küçük lokmalar halinde yutulmasını güzellemeye
devam ediyorlar.
Hizmette sınır yoktur!..
Bu düpedüz yalancılık, riyakarlık, sahtekarlık, ikiyüzlülük,
alçaklık ve ihanet değil midir ?..
Vay onları dinleyenlerin haline !..
***
Uzatmayalım.
Gözümüzü hırs bürümüş.
Toplum karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış.
Hükümeti övmek ve muhalefeti kötülemek üzere kurgulanmış
medya, bu parçalanmayı ha bire körüklüyor…
Tek yönlü bir saldırı, en bayağı, en ilkel, en basiretsiz
şekilde sürüyor.
Hükümet işleri çarşafa dolaştırmış, ABD nin verdiği son
görevi,-Suriye’ye müdahale görevini- nasıl başaracağını bilememekte, şaşkın
ördek misali dolanmaktadır.
Son on yıldan sorumlu olan hükümetin başı, mecliste
muhalefetin bir tek önerisini bile işleme koydurmadığı gibi, bir de soruyor:
“Son on yıldır, mecliste ne yaptınız? Hangi kanunu
çıkardınız?..” (!..)
Ortalıkta kin ve kan sözleri dolaşıyor.
Başbakan eleştirildiğini bile bile, ısrarla kinden
bahsetmeye devam ediyor !..
On yıldır TBMM de, meydanlarda kin ve öfke kusmadığı,
bağırıp- çağırmadığı bir konuşması yok…
Kendisini övmeyen kim varsa hakaretlerden nasibini alıyor!..
İnsan bu değil. Din bu değil.
Bir sorun var!.. ***
Ben; muhalefeti anlayışla dinleyip yanıtlayabilen, muhalefet
muhalif parti başkanlarıyla halkın karşısında tartışabilen, bütün yurttaşları
kucaklayan, insanları birbirlerine sevgiyle bağlamaya çalışan, konuşurken
ruhunun güzelliğini yüzüne yansıtan, ülkesinin bağımsızlığına ve ulusal
kaynaklarına sahip çıkan bir başbakanım olsun istiyorum…
Haşin, gaddar, kızgın, kükreyen, hakaret eden, saldıran bir
başbakan istemiyorum…
Politikanın yalansız, riyasız, dürüst bir yurt hizmeti
olmasını diliyorum.
Halkımızın mürailer tarafından uyutulmasını, kandırılmasını,
satılmasını gördükçe içim sızlıyor…
Türk halkı doğruyu, iyiyi ve daha güzeli hak
ettiğini kanıtlamak zorunda...
**Altan Arısoy
.jpg)
Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.