Şeyh Bedreddin Bir Türkmen Dervişidir
Şeyh Bedreddin, Anadolu Aleviliğinin oluşumuna katkıda
bulunan büyük bir Türkmen dervişidir. Onun Rum veya Yahudi olduğu yönündeki
iddiaların gerçekle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. O bir Türkmen’dir.
Şeyh Bedreddin Mahmut, öğrenimine Sünni İslam anlayışına
göre başlamış ve devam etmiştir. Sünni İslam hukuk / fıkıh eğitimi almıştır.
Ancak eğitiminin sonunda vardığı yer Batıni / Alevi öğretisidir. Şeyh
Bedreddin, düşünceleri ile bu öğretiye çok büyük katkılarda bulunmuş, yolun,
çağın gereklerine göre yeni unsurlar kazanarak sürmesini ve zenginleşmesini
sağlamıştır. İslam ve Anadolu Türk tarihinde Bedreddinilik adı verilen bir
akımın kurucusu olmuştur. Bedreddinilik, Alevi / Bektaşi yoluyla bütünleşmiş ve
bu adla sürmüştür.
Şeyh Bedreddin hazretlerinin doğum ve ölüm tarihleri
konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte onun, 1358 - 1420 tarihleri
arasında yaşadığı kabul edilmektedir. İdam tarihi 18 Aralık’tır. Şeyh
Bedreddin’in babası Edirne’nin Simavna diye bilinen bölgesinde kadılık yapan
bir askerdir. Anası ise Müslümanlığı kabul edip “ Melek “ adını alan bir
Hıristiyan’dır. Kur’an ve İslam ile ilgili ilk bilgileri babasından alan Şeyh
Bedreddin, daha sonra Konya’ya giderek Molla Yusuf olarak tanınan bir bilginden
İslami ilimler alanında dersler almıştır. Yine burada Feyzullah adlı birinden
tasavvufi bilgiler edinmiştir.
Şeyh Bedreddin, astronomi ve tıp bilimi ile de
ilgilenmiştir. Ama yoğunlaştığı alanlar, Tefsir / Kur’an yorumu, Hadis /
Hazreti Muhammed’in sözleri, Fıkıh / Sünni İslam Hukuku ve Arapça dil
bilgisidir. Yaşadığı dönemde İslam dünyasında bir eğitim ve öğretim merkezi
olan Mısır’ın gözde kenti Kahire’de bulunmuş ve orada pek çok bilginle tanışıp
onlarla hoca - öğrenci ilişkisi çerçevesinde münasebet kurmuştur. Şeyh
Bedreddin hazretleri, ünlü Türk tasavvuf bilgini Şeyh Hüseyin Ahlatlı ile
tanışmış ve bu tanışma onun düşünce ve inanç yaşamında büyük değişimlere yol
açmıştır. Şeyh Hüseyin Alatlı’ya mürit olan Şeyh Bedreddin hazretleri, onun
Hıristiyan kökenli olup Müslümanlığa geçerek Meryem adını alan baldızı Maria
ile evlenmiştir. Daha sonra şeyhinin isteği üzerine İran’a, Tebriz ve Kazvin’e
giderek o dönemde yaygınlaşan Şii / Batıni devinimler hakkında gözlemlerde
bulunmuştur. Bu devinimleri yakından incelemiştir.
Şeyh Bedreddin hazretleri Safevilerle de tanışmış ve temasa
geçmiştir. Tebriz ve Kazvin ziyaretinden sonra Safevi halifesi Hamid ile
tanışmıştır. İran’dan sonra Kahire’ye dönen Şeyh Bedreddin, şeyhi tarafından
yerine geçecek kişi olarak atanmıştır. Ancak şeyhinin ölümünün ardından diğer
müritlerin kıskançlığı nedeniyle Kahire’den ayrılmış ve Halep’e gitmiştir.
Orada onu Babai Türkmenler karşılamıştır. Babai Türkmenler ondan kendilerine
önder olmasını istemişler fakat o yine İran’a yönelmiş ve Timur’la
karşılaşmıştır. Timur bir imparatorluk kurmuş, önceleri Sünni eğilimliyken
sonradan Ali evladına, Şii kesime ve hatta Şamanist eğilimli Türkmen şeyhlerine
yakın ilgi göstermiştir. (1)
Şeyh Bedreddin, büyük Türk hakanı Timur’un ordugahından
ayrılıp Aksaray ve Konya’ya gelir. Yol boyunca heterodoks Türkmen
topluluklarıyla ilişkiye geçer. Bunlar; Babai, Abdal, Işık, Bektaşi vb. adlar
alan Sünnilik dışında kalan Türkmenlerdir. Şeyh Bedreddin bunları kendisine
bağlamayı başarır. Gezileri sırasında Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa ile
karşılaşır. Şeyh Bedreddin hazretlerinin yolu en sonunda Musa Çelebi ( 1376 -
1413 ) ile kesişmiştir. (Yeri gelmişken ifade edelim bazı tarihçiler Şeyhin
İran’a bir kez gittiğini bazıları ise iki kez gittiğini ileri sürerler.)
Osmanlı ile Timur devleti arasında cereyan eden ünlü Ankara
savaşında Yıldırım Beyazıd yenilince Osmanlı ülkesinde bir iç karışıklık ve
padişah çocukları arasında da iktidar kavgası başlar. Süleyman, İsa, Musa ve
Mehmet Çelebilerin her biri bir bölgede hükümdarlıklarını ilan ederler. Bir
mücadele döneminin ardından kardeşlerden Mehmet Çelebi ve Musa Çelebi baş başa
kalmıştır. Musa Çelebi, Şeyh Bedreddin’i kadı asker olarak atar. Yoksullardan
yana ve toplumcu bir politika izleyen Musa Çelebi’nin babası Sultan Beyazıt,
Sünni inançta iken kendisi Batıni dervişlere yakınlık göstermiştir.
Alevilerin çok sevdiği Batıni bir derviş olan Şeyh Bedreddin
hazretlerini kadı asker olarak ataması da bu nedene dayanmaktadır. Musa Çelebi
kardeşiyle sürdürdüğü iktidar savaşını yitirince Şeyh Bedreddin hazretleri için
de zor günler başlar. Sultan 1. Mehmet onu İznik’e sürer. Şeyh daha sonra
Kastamonu’da hüküm süren İsfendiyar Beyi’nin yanına sığınır. Şeyh, sonunda her
şeyi göze alarak Edirne’ye dönmeye karar verir. Deliorman ve Dobruca’da Sarı
Saltuk yanlısı Babai, Bektaşi, Oğuz Türkleri Şeyhin etrafında toplanır. Bu
arada Şeyhin müritlerinden ve en sadık adamlarından Börklüce Mustafa ve Torlak
Kemal, Aydın ve Manisa dolaylarında halkı örgütlemeye çalışırlar. Börklüce
Mustafa, yaptığı çalışmalarla Türkmen köylüleri örgütler ve bir bölüm
topraklardan ağa - bey takımını atarak toprağı hep birlikte işlemeye ve
toplumsal adaleti uygulamaya başlar. Durumdan kaygılanan Sultan Mehmet, Saruhan
Valisini üzerlerine gönderir.
Örgütlenmiş Türk / Türkmen köylüler, yöredeki Rum halkının
da desteğiyle valinin kuvvetlerini Karaburun’un dar geçitlerinde yenilgiye
uğratırlar. Börklüce Mustafa’nın çok güçlü olduğunu öğrenen Sultan Mehmet, bu
kez de Şehzade Murad’ı büyük bir kuvvetle Börklüce’nin üzerine gönderir. İki
ordu arasında cereyan savaşta sekiz bin Türkmen savaşçı şehit olur. Kalanları
da tutsak düşer. Şair Nazım Hikmet, bu olayı “ Şeyh Bedrettin Destanı “ adlı
şiirinde şöyle anlatmaktadır:
( … )
“ Hep bir ağızdan Türkü söyleyip
Hep beraber sulardan çekmek ağı,
Demiri oya gibi işleyip hep beraber
Hep beraber sürebilmek toprağı,
Ballı incirleri yiyebilmek hep beraber
Yârin yanağından gayri her şeyde
Her yerde
Hep beraber
Diyebilmek için
On binler verdi sekiz binini…”
Tutsak düşen Türkmen savaşçıları Ayasluğ şehrine götürüp
boyunlarını vurdururlar. Börklüce Mustafa’yı da kollarından bir direğe
bağlayarak çarmıha gererler. Manisa dolaylarındaki Torlak Kemal de aynı sona
uğrar. Sultan Mehmet, Deliorman’daki Şeyh Bedreddin hazretlerinin hızla
güçlendiğini haber alınca adamlarından kimilerini Şeyh’in yanına göndererek
onun müridi olmalarını sağlar. Bu sözde Mürit ajanlar fırsatını kollayıp
çadırında bastırarak Şeyh’i bağlarlar. Serez Şehrindeki Sultan Mehmet’in yanına
götürürler. Büyük Türkmen mutasavvıf Şeyh Bedreddin hazretlerinin öldürülmesine
fetva verilir. Şeyh’i Serez çarşısında bir ağaca asarak idam ederler. Şey
Bedreddin hazretleri, başta Alevi / Bektaşiler olmak üzere bütün Türklüğün ve
bütün Türk dünyasının en büyük övünç kaynaklarından biridir. Onun zulme ve
zalime karşı başkaldırışı bir efsane olarak bütün Türk nesillerini kıyama
çağıran kutlu bir destandır. Bu destan yeni kuşaklara bir ulusal marş gibi
belletilmelidir. Tarihin en büyük ihtilalcilerinden olan Şeyh Bedreddin, Sünni
bir ailedendi ve eğitimini de Sünni İslam’a göre almıştı. Ancak sonuçta vardığı
nokta Alevi / Kızılbaş ( Batıni / Hurufi / Kalenderi ) öğretisi olmuş ve o,
Kızılbaş Türkmenlerin zulme karşı savaşında yolbaşçılık görevi üstlenmiştir.
Onun en büyük müritlerinden birinin bir Osmanlı şehzadesi
olduğunu hiçbir Alevi Türkmen unutmamalıdır. Şeyh’in destekçilerinin
çoğunluğunun gayri Türk, yerli Hıristiyan halk olduğu yolundaki iddialar
tümüyle saçma ve gerçek dışıdır. Üstelik gülünçtür. Türk kimliğinden,
Türkmenlikten rahatsızlık duyan ve soyunu inkar edip haramzadelik yapanlar,
Şeyh Bedreddin hazretlerinin ve onun yoldaşlarının Türkmenlik kimliğini ve Türk
soylu oluşlarını gölgeleyemezler. Elbette ki onun destekçilerinin bir bölümü
yerli halktandı. Ancak onların sayısının çok küçük olduğu da tarihsel olarak
sabittir. Şeyh Bedreddin hazretlerinin kıyamı, Hazreti Hüseyin’in kıyamı
gibidir. Zulme, zalime, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı insanlık onurunun
ayağa kalkmasıdır. Şeyh Bedreddin hazretlerinin yolu bütün Alevi / Bektaşi
Türkmenlerin yolu olmalıdır. Onun bütün düşünceleri aydınlanmacı, toplumcu ve
insancıldır.
Şeyh Bedreddin’in görüşlerinden kesitler:
Hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar
bizi anlamazlar.
İnsanların pek çoğu birbirlerine yahut haksız mala, meşru
olmayan paraya veya rütbe ve mevkilere, yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar
da, Allah’a ibadet ediyoruz sanıyorlar.
Bütün namazlar ve niyazlar ahlâkın düzeltilmesi için, iç
yüzün arındırılması için birer vasıtadan ibarettir. Hakiki ibadetin hiçbir
vakit kayıt ve şartı yoktur. Hangi tarzda yapılırsa yapılsın, Tanrının dileğine
uygun olur. İbadetin temeli maksudun Hak olmasıdır. Bir cemaatte bu temel
bulunmayınca yaptıkları ibadetler de kaybolur. Yalnız kötü toplantılar kalır.
Fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.
Kötü ve Çirkin işlerle uğraşan insanlar Hak’tan
uzaklaşmışlardır. Cehennem işte budur. Cennetle cehennemi başka yerde aramak
saçmalıktır.
İnsanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve
iyiyi bulabildikleri oranda Hak’la buluşmuşlardır.
İnsanlar Müslümanlıktan önce somut bir puta taparlardı,
çağımızda ise hayali bir puta tapıyorlar. Belki bir gün Hak kendisini gösterir
de Hak olarak ona taparlar.
Gerçek tasavvufçu, hiçbir insan gözünün görmediği, kulağının
işitmediği, gönlünün sezmediği şeyleri bilir. Onları halka, kafalarının
alabileceği şekilde anlatır. Ama aslını içinde gizler.
Tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Demek ki dünyanın
toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin
evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi
kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.
Tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için
vuruşanları hiç unutmaz.
İbadet etmekten amaç ezeli ve büyük varlığa gönüllerin
yönelmesi ve kapılmasıdır. Yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene
namaz kılmış, oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiçbir sevap ve mükâfat
kazanamazsın.
Ölmeden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve
şehvetlerinden sakınmaktır. Onu yapabilen insan, şüphesiz ki hakiki varlık ile
birleşir. Ve sonsuz yaşam ile diri olur. Ancak insanlar dünyanın bin bir türlü
çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılamadıkları
için buna gönül vermezler.
Kutsal kitap Kur’an, açık ve gizli anlamlar taşır. Gizli
anlamlar yorumlanmalıdır. Bunu bir Mürşit - i Kamil ( Burada Kur’an’daki “ er-
Rasihune fi’l - ilm “ / Bilimde derinleşenler deyimini anımsayalım.)
yapabilir.”
Şeyh Bedreddin hazretlerinin kemikleri taraftarlarınca
mübadele yıllarında, Yunanistan’dan getirilmiş, çeşitli yerlerde saklandıktan
sonra, yirmi yıl Topkapı Sarayı Müzesi’nin depolarında bir çinko kutu içinde
korunmuştur. 23. 10. 1961 - 5 / 1849 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Sultan
Mahmut Türbesi Haziresine gömülmüştür.( 2 )
Günümüzde Şeyh Bedreddin hazretlerinin erkanını yürütmeye
çalışan ve kendilerine Amuca ve Bedreddini adını veren bir Türkmen topluluk
bulunmaktadır. Bu topluluk Trakya’da Kırklareli’nin bazı köylerinde ve
İstanbul’un kimi semtlerinde yaşamaktadır. (3) Amucalar düşünce olarak Alevi /
Bektaşi toplumunun bir parçası haline gelmiştir.
Konumuzu, bir Bedreddini olan sayın Refik Engin’in Toplumsal
Barış Dergisi’nde yayımlanan bir şiiriyle bağlayalım.
“Bize de diyorlar Gülşen’i,
Gülşen’i değil, BEDREDDİNİ.
Tutmayız gönülde kini,
Bedreddin’iyiz, BEDREDDİNİ.
Aşk ile döner BEDREDDİNİ,
Severler Ehlibeyt seveni,
Semah eder, içerler demi,
Bedreddin’iyiz, BEDREDDİNİ.
Ayırt etmeyiz hiçbir dini,
Sever canlar hep birbirini,
Kabul eyleyin bu ENGİN’İ,
Bedreddin’iyiz, BEDREDDİNİ.”
Dipnotlar:
1.Erdal Zeki Aslan, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 3, s. 53.
2.İsmail Onarlı, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 8, s. 47.
3.Refik Engin, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 8, s. 48.

Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.