Öksüz Türklük


Büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız’ın bir şiiri şöyle bitmektedir: “ Bin cihana değişmem şu öksüz Türklüğümü…” 

Türk kimliğinin bir Türk için en yüce değer olduğunu ifade etmesi bakımından son derece etkileyici olan ve aynı zamanda da derin bir hüznü barındıran bu söz, benim için her okuyuşumda yüreğimi titreten mukaddes bir nida gibidir.

Bu sözün yüreğimi titretmesi Türklüğün gerçekten öksüz oluşunu en etkileyici bir biçimde ifade etmesinden kaynaklanıyor. Peki, Türklük öksüz müdür?

Evet, öksüzdür. Peki, neden öksüzdür? Öksüzdür çünkü Türklük, Türklerin büyük bir çoğunluğu için birincil kimlik olmaktan uzaktır. Ne zaman ki Türklük yani Türk kimliği bütün Türkler için ya da en azından Türklerin büyük çoğunluğu için başkaca her türlü kimlikten daha önde ve daha önemli görülürse o işte vakit Türklük öksüzlükten kurtulacaktır. Bilindiği gibi öksüz sözcüğü “ annesiz “ anlamına gelmektedir. Ög / ök, eski Türkçede – eskimeyen Türkçede anne / ana anlamına gelmektedir. Dolayısıyla öksüz sözü de annesiz anlamını taşımaktadır.

Türkler için Türklük duygusu kişinin annesi gibidir. Bir Türk’ün Türklüğünü değil de başkaca kimliklerini öncelemesi onun annesinden koparılması gibidir. Zira Türklük de tıpkı annelik gibi doğumla kazanılan bir kimliktir.

Peki, bugün Türklerin büyük çoğunluğu Türklük kimliği yerine başka hangi kimlikleri öncelemektedir?

Bu konuda ilk sırayı elbette ki dinsel kimlik alıyor. Türkiye Türklüğünün de diğer Türkî toplulukların da dinsel kimlikleri maalesef milli kimliklerinden önde gelmektedir.

Türklerin kendileriyle özdeşleşen milli bir dinlerinin olmayışının ya da milli Türk dini olan Gök Tanrı inancının terk edilmesinin Türklerde milli kimlik bilincinin zayıflamasındaki temel etken olduğu ileri sürülmektedir.

Türk kimliğinin dinsel kimliğin gerisine düşmesi kuşku yok ki İslam’ın kabulüyle başlamıştır. Zira Türkler Müslümanlaşma sürecinde İslam’ı millileştirebilmeyi de yeterince başaramamışlardır. Bu noktada bazılarınca “Türk İslam’ı“ diye bir olgudan bahsedilse de bunun yeterince kurumsal hale gelemediği tarihsel tecrübe ile sabittir. Türk İslam’ı diye bir şey varsa  - ki bizce demografik anlamda çok kısıtlı bir çevrede de olsa vardır – bu kesinlikle Aleviliktir. Bazılarınca Türk İslam’ı olma vasfına daha ziyade Sünni – Hanefi inancı layıktır ancak biz bu görüşte değiliz. Zira her ne kadar demografik olarak Türklerin çoğunluğu Sünni – Hanefi inanışta olsa da bu inancın kültürel yapısı kesinlikle Arabî’dir. En başta ibadet dili Arapçadır. Bilindiği üzere dil kültürün en önemli unsuru ve taşıyıcısıdır. Bu durum, maalesef Şii Türkler arasında da aynıdır. Şii Türklerde de ibadet dili Arapçadır. Müslüman olduğu halde ana dilinde yani Türkçe ibadet eden tek Türk topluluğu Alevilerdir. Burada Aleviler tabirimize Nusayriler ( Arap Aleviler ) doğal olarak dahil değildir. Zaten isim benzerliği dışında Nusayriler ile Anadolu Alevileri arasında ibadet şekli, ibadet dili ve itikadî yapı anlamında neredeyse hiçbir benzerlik yoktur. Sadece Hazreti Ali ve 12 İmam sevgisi bakımından benzeşmektedirler.  

Anadolu Alevileri ya da diğer bir ifadeyle Türk Alevileri, Türkçe ibadet ederek Türk İslam’ının belki de tek temsilcileridir. Ancak buna zıt bir biçimde Alevi Türkler arasında kimlik beyanı noktasında Türk olmaktan ziyade Alevi olmak daha önde yer almaktadır. Kanımca farkında olmadan “Aleviyim” derken dahi Türklüklerini başka bir sözcükle de olsa ifade etmektedirler. Alevilik ve Türklük arasındaki bağı son derece bilimsel ve gerçekçi bir şekilde ortaya koyması bakımından önemli addettiğim bir eser olarak kendisi de bir Alevi Türk olan SayınRıza Zelyut’un; “ Türk Aleviliği “ adlı kitabını bu yazının okuyucularına ısrarla salık veririm.

Türk İslam’ı gibi bir de Türk Hıristiyanlığı’ndan da bahsedilebilmektedir. Sahi bir Türk Hıristiyanlığından söz etmek mümkün müdür? Dikkat ediniz; Türk Hıristiyanlardan söz etmiyorum, Türk Hıristiyanlığından bahsediyorum.

Evet, 250 milyonu aşkın Türk Dünyasında sayıları milyonlarla ifade edilen Hıristiyan Türk vardır. Başta Gagavuz Türkleri olmak üzere, Çuvaş Türkleri, Yakut Türkleri, Altay Türkleri, Hakas Türkleri, Kerkük Türkleri ( Kerkük’te 3 bin kadar Hıristiyan Türk vardır) ve diğer Türk toplulukları arasında var olan Hıristiyan Türk nüfus Türk milliyetçiliği düşüncesinde ne ölçüde yer bulabilmektedir? Bu sorunun yanıtı Türk milliyetçiliğinin din merkezli mi yoksa gerçekten Türklük merkezli mi olduğunu ortaya koyacaktır. Aslında yanıtı hepimiz bilmekteyiz. Türk milliyetçiliği din merkezli bir yapının içinde bulunmakta ve çoğunluğu oluşturan Müslüman Türklerin dışında kalan Türk unsurları ile neredeyse hiç ilgilenilmemektedir. Hatta Müslüman olmayan Türklerin Türklükleri bile sanki eksik kabul edilmektedir.Oysa tıpkı Türk İslam kültürel bikrimi gibi zengin bir Türk Hıristiyan kültürel varlığı mevcuttur. Türk Hıristiyanlığı güncel anlamda Gagavuzya, Çuvaşistan ve Yakutistan gibi özerk de olsa devlet düzeyinde varlık göstermektedir. Türk dilinde Hıristiyan duaları, Hıristiyan Türk din adamları, Türkçe İnciller ve dini metinler Türk kültürünün önemli ögeleri arasında yer almaktadır. Türk gelenekleri ile yoğrulmuş Hıristiyan dinî bayramları Türkçü sosyal antropologların ilgisini beklemektedir.

Türk Hıristiyanlığı denilince geçmişte Hıristiyan inancını benimsemiş olan Türk topluluklarından da haberdar olmak durumundayız. Sözgelimi, Malazgirt Savaşında Bizans ordusu içerisinde yer alan Hıristiyan Türkler konusu dikkate şayandır. Bu Türkler, Sultan Alparslan’ın ordusunun da kendileri gibi Türkçe konuştuğunu görünce taraf değiştirmişler ve savaşı Selçukluların kazanmalarını sağlamışlardır.

Bir de içimizde derin bir hüzün olarak duran “ Karaman Rumları “ denilen oysa sadece dinen Hıristiyan lisânen ve ırken Türk olan bu topluluk, Rum sanılarak yahut öyle kabul edilerek nüfus mübadelesi çerçevesinde Yunanistan’a gönderilmiştir. Anadolu’daki Hıristiyan Türk varlığının hazin bir hatırası olarak bugün Türk Ortodoks Patrikhanesi İstanbul Karaköy’de varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.

Türk milliyetçilerinin bir kesimi ve dinci cemaatler tarafından Hıristiyan Türklerin Müslümanlaştırılması yönünde bir uğraş verilmekte olduğu da zaman zaman duyduğumuz ve muttali olduğumuz bir konudur. Bizce bu son derece kötü bir mühendislik çalışmasıdır ve Türkçüler tarafından şiddetle reddolunması gereken bir faaliyettir. Zira Türklük denilen o büyük duygu ve düşünce bir din ve mezhebe sığdırılamayacak kadar görkemlidir. Şahsen Türk İslam kültür ve medeniyetine mensup bir Türküm ve bundan da mutluluk duyuyorum. Ama Müslüman olmayan Türklerin Müslümanlaştırılması çalışmasına şiddetle karşıyım. Çünkü bu durum özellikle Hıristiyan Türkler arasında bir tepkiye neden olmakta, sözgelimi, Gagavuz Türkleri bundan dolayı Ruslara, Romenlere ve Yunanlara yaklaşma mecburiyeti duymaktadır. Bu da, kaş yapayım derken göz çıkarmak misali o Türklerin Türklükten uzaklaşıp asimile olmalarına neden olmaktadır. Yunan devletinin özellikle Gagavuz Türkleri ile çok yakından ilgilendiği ve din birliği nedeniyle onları asimile ederek Yunanlaştırma çalışması yaptığı bilinmektedir. Yunanların Gagavuzlara karşı Türkler ( Türkiye Türkleri ) sizi dininizden koparmak ve sizi Müslümanlaştırmak istiyor diyerek propaganda yaptıkları ve çok etkili oldukları da malumdur.


Bu cümleden olarak; Türk milliyetçiliği dinci yapıdan sıyrılıp tam anlamıyla Türklük merkezli bir zemine oturmak zorundadır. Bununla birlikte mezhepçi tutum ve söylemler de Türk milliyetçiliği için sorun olmayı sürdürmektedir. Her ne kadar söylem bazında Türk milliyetçileri; Alevi, Sünni, Şii ayrımına karşı olduklarını ifade etseler de hala Sünni reflekslerin özellikle Türkiye’deki Türk milliyetçileri arasında egemen olduğu inkar edilemez. Zira hala bir kısım milliyetçiler Yavuz Sultan Selim ile övünürken Alevi Türk hakanı Şah İsmail’i aşağılayabilmektedirler. Bu patolojik tavrın acilen tedavi edilmesi şarttır.

Bizce bireysel olarak her Türk milliyetçisinin kendi inancını en mükemmel bir şekilde yaşaması ama bunu siyasi bir malzeme haline getirmemesi, başka din ve inançtan olan Türklere karşı da ayrımcı bir tavır takınmaması gerekir.

Sözlerimize büyük bir Türkçünün sözleri ile başlamıştık. Bitirirken de yine bir başka Türkçünün, büyük mürşit Mehmet Ziya Gökalp’in sözlerini yineleyelim:

“…Türk’üm bu ad her unvandan üstündür!”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cahit Külebi Şiirinde Tokat ve Anadolu Motifleri-Hami Karslı

Bir Doğasever: FARUK SÜKAN