Alevilerin Namazı Cemdir
Sünni ve Şii misyonerler tarafından Alevilere yönelik
gerçekleştirilen en önemli tacizlerden biri de namaz ibadeti ile ilgilidir.
Buna göre Sünni ve Şii kimi çevreler, gerçeğin hilafına, bilinen şekil ve
kalıplara dökülmüş namazı İslam’ın bir buyruğu olarak gördüklerinden, Alevileri
kendi anladıkları biçimiyle namaz kılmadıkları ve böyle bir şekilsel
zorunluluğu kabul etmedikleri için tekfir etmekte yahut cehaletle suçlamaktadırla
r. Oysa gerçek bambaşkadır. Hiç kuşku yok ki, bu gerçeği savunmak konusunda
Alevi inanç ve kültürü gereken donanıma sahiptir. Biz bu çalışmamızla o
donanımı gözler önüne sermek istiyoruz.
Öncelikle namaz sözcüğünü semantik açıdan / anlambilimsel
olarak inceleyelim.
Namaz bilindiği üzere Farsça bir sözcüktür. Aslı “ Nemaz”
dır. Sözlükte dua, yalvarış, yakarış gibi anlamlara gelmektedir. Sözcüğün
Farsça olmasından da anlaşılacağı üzere Kur’an’da namaz sözü geçmemektedir.
Bunun yerine aynı anlama gelen Arapça bir sözcük mevcuttur. Namazın Arapça’daki
karşılığı “ salat “ ifadesidir.
“ Salat ” ifadesini temel alarak namaza kanıt arayan Sünni
ve Şii bilginler yer yer salat sözcüğü dışında başka sözcükleri de kendi
teolojik tezleri paralelinde aynı anlama gelmek üzere yorumlamaktadır lar.
Bu sözcükler; tesbih / yüceleme, zikr / anma, sabah kur’an’ı
/ sabah okuması vb.dir. Bu sözcükler; bilinen haliyle şekle dökülmüş namaz
anlamına gelmediği halde o anlama geliyormuşçasın a kullanılmaktadı r.
Namazın nasıl kılınacağı konusunda Kur’an’da hiçbir bilgi
yoktur. Bu da gösteriyor ki namaz bir dua etkinliği olarak toplumdan topluma ve
kültürden kültüre başka biçimlerde yerine getirilebilir bir tapınma
faaliyetidir. Sadece bir kültürün tapınma faaliyetini tüm Müslüman toplumlara
dayatmak İslam adına kültür emperyalizmi yapmaktan başka bir şey değildir.
Şekilsel bakımdan bilinen haliyle namaz, Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma
biçimidir. Kıyam / Ayakta durma, Rukü / Eğilme, Secde / Yere kapanma ve Ka’de /
Oturma adı verilen şekillerle gerçekleştirile n namaz ibadeti İslami bir
zorunluluk olmayıp tümüyle geleneğin ürünüdür. Namazın İslami olan yönü
Tanrı’nın adının yüceltilmesi, ona boyun eğilmesi ve ona yalvarıp
yakarılmasıdır. Şekilsel yani zahiri yönünü İslami bir zorunluluk olarak görmek
yüzyılların getirdiği körleşmeden başka bir şey değildir. Tanrı kendisini anmak
isteyen kullarına belli şekilleri zorunlu kılacak kadar sığ bir varlık değildir.
Asıl olan Allah’ın anılması ise bunun belli bir şekle hapsedilmesi insani
açıdan insafsızlık olduğu kadar dinsel anlamda da bağnazlıktır.
Buna karşın şurası bir gerçek ki, insanlar özellikle de
Sünni ve Şii Müslümanlar yüzyıllardır alıştıkları, kanıksadıkları ve
belledikleri şekil şartlarına hapsedilmiş bir namazdan başka türlü bir ibadeti
kabul etmekte elbette ki zorlanacaklardı r. Ancak unutulmamalı ki bu zorlanma
İslam adı altında gerçekleştirile n Arap Kültür Emperyalizminin yürek burkan ve
can acıtıcı bir sonucudur. Bu yürek burkuntusunu ve can acısını ortadan
kaldırmanın yolu, yüce Allah’ın dinini bir ırkın kültürüne hapsetmek isteyen
çevrelere kararlılıkla karşı çıkmaktan geçmektedir. Biz bu kaşı çıkışı
gerçekleştirmek adına yola çıktık.
Bu karşı çıkışta Alevi ulularından, Horasanlı, Türkistanlı
Türkmen pirlerinden aldığımız manevi güç, kuşku yok ki en büyük direnç
kaynağımızdır.
Arap ve diğer Orta Doğu halklarının tapınma biçimini, “
Namaz ancak böyle olur. Başka türlü olmaz !” diye dayatanlara karşı Alevi
ulularının nefesleriyle verdiği yanıtlara geçmeden önce Sünni misyonerlerce
ileri sürülen günlük namazların beş vakit olduğu şeklindeki iddiaya ve Şii
misyonerlerin üç vakit ısrarlarına değinmek ve bu konudaki akıl tutulmasını
gözler önüne sermek istiyoruz.
Sünni kimi din bilginleri Kur’an’da günlük beş vakit namazın
buyurulduğu düşüncesindedir ler. Bu düşünceye varmak için esas aldıkları söz
konusu ayet şudur:
"...Güneşin doğmasından önce de, batmasın dan önce de
Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün taraflarında
da tesbih et ki, rızaya ulaşasın.”
( Taha suresi,130)
Bu ayette namaz / salat sözcüğü yerine tesbih yani yüceleme
sözü kullanılmıştır. Fakat sanki salat sözcüğü kullanılmış gibi davranılmakta
ve beş vakit namaza en güçlü kanıt denilerek bu ayet ileri sürülmektedir.
Ayrıca bu ayette “etraf “ yani “taraflar” ifadesi geçtiği halde pek çok yorumcu
bu sözcüğü “ iki tarafında / gündüzün iki tarafında yani iki ucunda “ biçiminde
anlamlandırmakt adır. Oysa “iki taraf” ifadesinin Arapça’daki karşılığı
“tarafeyn” dir.
Görüldüğü üzere bu ayette iki çarpıtma vardır. Biri, namaz
sözcüğü kullanılmadığı halde kullanılmış gibi davranılmış olmasıdır. İkincisi
ise, taraflar sözcüğünün iki taraf / iki uç biçiminde tahrif edilmiş olmasıdır.
Eğer bu ayet Sünni anlayış doğrultusunda çarpıtılmadan
anlaşılmaya çalışılırsa beş değil altı vakit namaz ortaya çıkmaktadır. Şöyle
ki;
Güneşin doğmasından önce bir,
Batmasından önce iki,
Gecenin bazı saatlerinde üç,
Gündün üç tarafında da üç vakit olmak üzere toplam altı
vakit.
Oysa bilindiği kadarıyla altı vakit namazı iddia eden
muteber hiçbir görüş yoktur.
Alevi inancı açısından bakıldığında bu ayetten çıkan yorum
şu olmalıdır. Sabah, akşam, gece, gündüz ve her ne vakitte olursa olsun Allah
sürekli anılabilir. Bu anmanın şekli yoktur. Bu, bir sözle de olabilir, bir
hareketle de olabilir. Kişi buna içinde yaşadığı toplumun gelenekleri
çerçevesinde karar verebilir.
Bir başka ayet ise şöyledir:
“Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir." (Hud suresi : 114)
“Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir." (Hud suresi : 114)
Bu ayette iki taraf ifadesi doğru bir biçimde
kullanılmıştır. “ Gecenin bir kısmında “ ifadesi bazı yorumcular tarafından “
Gündüzün geceye yakın kısımları “ biçiminde anlamlandırılma ktadır.
“ Kısımlar“ yani “ Zülef “ ifadesi Arapça çoğul kuralları
çerçevesinde en az üç adet anlamında kullanılmaktadı r. İki adet için başka bir
çoğul kuralı vardır ki burada ikil çoğul değil en az üç adet anlamına gelen
çoğul eki kullanılmıştır.
Ayrıca diğer ayetin tersine tesbih yada zikr gibi sözcükler
yerine açıkça Namaz / salat sözcüğü kullanılmıştır. Fakat yine de bu ayette
“Gecenin bir kısmında” yada “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ ifadesiyle
hangi vakitlerin kastedildiği belli değildir. Oysa yorumcular; akşam, sabah ve
yatsı namazlarının kastedildiğini ileri sürmektedirler.
Bir başka ayet:
"Namazları ve orta namazını koruyun ve Allah'a gönülden
boyun eğiciler olarak durun."
(Bakara Suresi, 238 )
Bu ayeti de beş vakit namaza kanıt göstermekteler. Şöyle ki;
Namazlar anlamına gelen “salavat“ sözcüğü en az üç vakti bildirir. Bir de
ayette orta namazından bahsedilmektedi r. O halde orta namazının gerçekten orta
namazı olabilmesi için salavat sözcüğü ile üç değil dört vakit namazın kastediliyor
olması gerekir.
Görüleceği üzere burada da tam bir zorlama yorum vardır.
Sünni bilginler böylesi zorlamalarla beş vakit namazı ihdas etmeye
çalışmaktadırla r.
Kur’an’da benzer içerikte birkaç ayet daha bulunmaktadır.
Bir kısmı peygambere özel olarak seslenen ayetlerdir. Yani sadece peygambere
özgü buyruklardır.
Bu noktada “Vakitlendirilm iş namaz”dan bahseden ayeti ele
almak yerinde olacaktır.
"Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken
ve yan yatarken anın. Artık güvenliğe kavuşursanız namazı kılın. Çünkü namaz,
inananlar üzerine vakitlendirilmi ş olarak yazılmıştır." (Nisa Suresi,
103)
Namazın yani salat’ın vakitlendirilmi ş olmasından kasıt
inananların belli vakitler tayin ederek Tanrı’yı anmalarıdır. Toplu tapınma
için belli bir vaktin tayin edilmesi şarttır. Nitekim bu vakit açıkça
belirtilmiştir. Kur’an’da hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek
namaz Cuma namazıdır.
Söz konusu ayet şöyledir:
“Ey İnananlar, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında,
Allah'ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için
daha hayırlıdır." ( Cuma suresi 9)
Burada dikkat edilmesi gereken konu Cuma namazının kadın
erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara yüklenmiş olmasıdır. Ancak Sünni ve Şii
Müslümanlar bu gerçeği göz ardı ederek Cuma namazı sanki sadece erkeklere farz
kılınmış gibi hareket etmektedirler. Kur’an’ın bu tanrısal buyruğunu gereğince
yerine getirenler de yine Alevilerdir. Bilindiği gibi Aleviler Cuma günleri
yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kadın erkek ayrımı yapmadan Cuma namazı
kılmaktadırlar. Eski takvimde ( Hicri ) yeni günün başlangıcının gün batımı
olduğu gerçeği dikkate alındığında Perşembeyi Cumaya bağlayan akşamın Cuma günü
içersinde yer aldığı görülecektir. Bu açıdan bakıldığında Alevilerce Cuma
akşamları yani Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam yapılan Cem ayinleri
Kur’an’daki Cuma namazı buyruğunun yerine getirilmesi amacıyla gerçekleştirile
n bir toplu dua etkinliğidir. Hiç kuşku yok ki, Cem ayini, Kur’an’da buyurulan
toplu tapınmanın yani namazın Türk / Türkmen toplumlarınca şekle dökülmüş
halidir. Sünni ve Şii Müslümanlar Cuma namazı adı verilen toplu tapınmada
kadınlara yer vermezken Aleviler bu konuda da ne denli doğru bir uygulama
içerisinde olduklarını göstermektedirl er.
Nitekim Hünkar Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır.
‘‘Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey bakın yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur
Noksanlık ve çirkinlik senin görüşlerinde... ’’
Kur’an’da namazla ilgili bir diğer çarpıcı ayet de şudur:
“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya
binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz
ve onun size öğrettiği şekilde anın.” ( Bakara suresi 239)
Gerçekten bu ayet egemen Sünni ve Şii çevrelerin dayatmacı
yorumlarına karşı tam bir yanıttır.
Şöyle ki;
Namaz illa belli şekillerle kılınacak diye bir kural yoktur.
Çünkü binit üzerinde söz konusu o şekilleri uygulamak olanaksızdır. O halde
anlaşılıyor ki namazın şekil olarak değişmez kuralları yoktur. Zorunlu
durumlarda geleneğin ortaya koyduğu şekiller değişebilmekted ir.Bu zorunlu
durumları günlük yaşamda karşılaşılan durumlarla sınırlandırmak hem doğru
değildir hem de Allah’ın rahmet esaslı kolaylaştırıcıl ık özelliğini onun
iradesinin hilafına kısıtlamaktır. Bu zorunlu durumlar kültürler arası
farklılıklar boyutunda da anlaşılmalıdır. Her kültürün kendine özgü bir tapınma
şekli vardır. Egemen Sünni ve Şii çevreler sadece Orta Doğu ve Arap halklarının
tapınma biçimini tüm Müslüman halklara dayatıcı bir tavır içerisinde
olmuşlardır. Bu tavır yüzyıllardır Arap olmayan Müslüman halkların bir inanç ve
akıl tutulmasına uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç ve akıl tutulmasını
nispeten kıran tek halk yine Alevi Türkmenlerdir. Başta Türkmenler olmak üzere
Türk kavimleri, dayatılan tapınma şekillerini reddedip kendi kültürleri
çerçevesinde yüce Tanrı’ya ibadet etme yolunu yaşama geçirmeyi büyük bedeller
ödeme pahasına da olsa başarmışlardır.
Kur’an’ın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun
kültürel ve geleneksel özelliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı
biliniyorken başka toplumlara bu özelliklerin sanki dinin aslındanmış gibi
dayatılması Allah adına zulmetmekten başka nedir ki ?
Bu zulme seyirci kalmak ve yüce İslam dininin Arap
gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak samimi birer Müslüman olarak
tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Aynı şekilde İslam örtüsü altında
Arap kültürünün halkımıza ve diğer Müslüman halklara empoze edilmesi karşısında
sessiz kalmak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği
kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur.
Namazla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer
konu da savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı ile ilgili husustur. Bu konuda
Nisa Suresi 101. ve 102. ayetlerde açıklama yapılmıştır:
“Yeryüzünd e sefere çıktığınızda, hakikati inkara şartlanmış
olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazı / duayı
kısaltmanızda sakınca yoktur. Kuşkusuz ki, gerçeği inkar edenler sizin apaçık
düşmanlarınızdı r. O halde sen inananlar arasında iken onlara namazda / toplu
dua etkinliğinde önderlik yapacaksan, bir bölümünün, silahlarını kuşanmış
olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar, namazlarını bitirdikten
sonra, namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı
hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları
sırasında size koruyuculuk yapsınlar; hakikati inkara şartlanmış olanlar sizin
silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki âni bir baskınla
üzerinize saldırabilsinle r. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut
hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur; ama tehlikeye karşı
hazırlıklı olun. Allah, hakikati inkar edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”
( Nisa Suresi 101. 102.)
Görüleceği üzere bu ayette de zorunlu durumlarda namazın
şekli ve süresi konusunda değişiklikler yapılabileceği tanrısal bir hüküm
olarak belirtilmektedi r. Bu zorunlu durumlardan yukarıda da belirttiğimiz gibi
kültürler arası farklılıklar da anlaşılmalıdır. Özellikle göçebe Türkmenlerin
sosyal yaşamları dikkate alındığında ne denli zorunlu ve zorlu durumların
yaşanabileceği takdir edilecektir. Sürekli göç eden Türkmenlerin yerleşik
Araplar gibi bir ibadet yaşamlarının olması mümkün değildir. Göçebe bir halka
yerleşik bir halkın ibadet biçimini zorunlu kılmak hiç kuşku yok ki bir
zulümdür. Alevilerin neredeyse tamamına yakınının göçebe Türkmen oymaklarından
meydana geldiği düşünüldüğünde, geçmişte belli zaman dilimlerinde yapılan Cem
ibadetlerinin ne denli isabetli bir uygulama olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Göçebe Türkmenlerin tarihsel süreç içerisinde yerleşik yaşama geçmeleri ve
özellikle kentleşmeyle birlikte kent yaşamının gerekleri çerçevesinde Cem
ibadetini zamansal olarak sabitleştirdikl eri bilinmektedir. Buna göre Cem
ibadetleri Perşembeyi Cumaya bağlayan gece yapılmak suretiyle zamansal olarak
da sabitleştirilmi ştir. Bu arada belirtelim ki, Cem ibadetinin teolojik kökeni
Kırklar meclisidir. Alevi - Bektaşi teolojisi Cem ibadetinin kaynağı olarak
Kırklar Meclisini işaret etmektedir.
Ayrıca Sünni bilginlerin tüm ısrarlarına rağmen Şiiler
günlük namazların üç vakit halinde kılınabileceğin i ileri sürerek aslında bu
hususta Kur’an’ın zannedildiği gibi net hükümler içermediğini fiilen ilan etmiş
olmakta değil midirler ?
Sünni din bilginlerinin günlük namazlar konusunda
sergiledikleri bir diğer gülünç durum ise namazın miraçta aslında elli vakit
olarak emredildiği fakat daha sonra Hazreti Musa’nın isteği ve Hazreti
Muhammed’in ricasıyla kademe kademe beş vakte indirildiği yönündeki rivayettir.
Bu rivayetin kaynağı Sünnilerin en sağlam hadis kitapları olarak kabul
ettikleri derlemelerdir.
“Hazreti Peygamber'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak
farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi:
Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin
için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır." (Buhâri, Salat,
76, Enbiya, 5)
Aynı içerikte başka hadisler yine Sünnilerce muteber kabul
edilen başka kaynaklarda da yer almaktadır. Söze konu bu hadislerde peygamber
ile Allah’ın neredeyse günlük namazların sayısı konusunda pazarlık yaptıkları
gibi bir manzara sergilenmekte ve bu pazarlıkta Hazreti Musa da Hazreti
Muhammed’in avukatı rolüne soyunmaktadır. Aslında bu durum dinin hurafe ve
efsanelerle ne denli özünden saptırıldığının acıklı / trajik örneklerinden
biridir.
Yeniden Kur’an’a dönecek olursak Kur’an’daki hükümleri
zahiri / dışsal anlamlarıyla anlamakta ısrar edip zamanın ve farklı toplumsal
özelliklerin doğurduğu yeni koşulları görmezden gelen Sünni ve Şii din
bilginlerine bir soru yöneltmek istiyoruz.
Kur’an’da Hacca davetin yer aldığı bir ayetteki anlamları
aynen uygulamak konusunda neden zahiri manaya bağlı kalmaktan vazgeçiyorsunuz ?
Kur’an’da hacca davet ile ilgili bir ayette şöyle
denilmektedir:
“ İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve
gerekse derin vadilerden geçerek yorgunluktan incelmiş develer üzerinde sana
gelsinler.” ( Hac suresi. 27. )
Bu ayetin zahiri / dışsal anlamı dikkate alındığında haccın
mutlaka ya yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer / binitler üzerinde
yapılması gerekmiyor mu ?
O halde neden bunu uygulamıyorsunu z da hacca otobüslerle,
uçaklarla yada gemilerle gidiyorsunuz ?
Hani Kur’an’ın tüm hükümleri uygulanmalıydı?
Hacca yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer
üzerinde neden gitmiyorsunuz ?
Hem kendiniz böylesi hükümleri uygulamıyorsunu z hem de
Alevileri sizin anladığınız anlamda, sizin istediğiniz vakitlerde ve sizin
istediğiniz şekillere dökülmüş olarak namaz kılmadıkları için taciz
ediyorsunuz.
Ne hakla ?
Üstelik bu ayette dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus
da “ sana gelsinler “ ifadesidir. Burada “ sana“ ifadesiyle kim kastedilmektedi
r ? Hiç Kuşku yok ki burada kastedilen Hazreti Muhammed’tir. Ancak kimi
kaynaklarda bir önceki ayet de dikkate alınarak burada kastedilenin Hazreti
İbrahim olduğu da belirtilmektedi r.
Hac ibadeti bizzat peygamberin şahsını ziyaret midir, yoksa
Kabe’yi ziyaret midir ?
Peygamberin şahsını ziyaret ise eğer neden o vefat ettikten
sonra da hac ibadeti sürmüştür ?
Yok kastedilen peygamberin şahsı değil de Kabe’nin ziyaret
edilmesi ise o halde neden “ sana “ ifadesi yer almaktadır ?
Burada anlatmaya çalıştığımız husus, Kur’an’ın zahiri
manasıyla anlaşılması gerektiği konusunda yapılan / yapılacak olan bir ısrarın
ne denli tuhaf sonuçlar doğuracağıdır.
Özellikle namaz konusundaki ayetler dikkate alındığında
görülecektir ki, din bilginleri şifre çözer gibi hatta iğneyle kuyu kazar gibi
namaz vakitlerini saptamak için çırpınıp durmuşlardır.
İddia ettikleri gibi ve onların anladıklarını ileri
sürdükleri haliyle namaz günlük yaşamda bu denli önemli bir tapınma biçimi ise
Yüce Allah neden böylesi önemli bir konuyu açıkça ortaya koymamıştır ?
Neden Allah bu denli yoruma ve kafa yormaya gereksinim
duyulan ifadeler kullanmaktadır ?
Oysa Kur’an’ın pek çok ayetinde Allah, Kur’an’ın apaçık ve
net bir kitap olduğunu söylemektedir.
Bizce bunun yanıtı bellidir. Tanrı, ibadet / tapınma
biçimini ve vaktini inananların mensup oldukları kültürlere göre belirleyebilme
imkanını sağlamak için böylesi bir yolu irade etmiştir. Fakat zahiriler bu
gerçeği anlamak istemedikleri için çırpınıp durmaktadırlar.
Günümüzde kimi Sünni bilginler de namaz konusundaki şekil
şartlarının aslında dinin asli buyruklarından olmadığı ve tümüyle geleneğin
yansıması olduğu konusunda fikirler beyan edebilme noktasına gelmişlerdir.
Kuşku yok ki bu sevindirici bir durumdur. Bu hususta ülkemizin yetiştirdiği
ünlü din bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün öne çıkmakta olduğu
malumdur.
Aleviler tarih boyu namaz konusunda kendilerine yönelik
tacizlere kimi nefes ve deyişlerde felsefi içeriği derin ve bilgece yanıtlar
vermişlerdir. Şimdi bu yanıtlardan bazılarını örnek olarak sunalım:
Bana namaz kılmaz diyen
Ben kıluram namazımı
Kılur isem, kılmaz isem
Ol Hak bilür niyazımı
….
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
…
Savm, Salat, Hac, Zekat;
Hicaptır aşıklara !
Aşık, bundan münezzeh,
Naz u niyaz içinde…
…
Oruç, namaz, zekat, hac
Cürm ü cinayetdür
Fakir bundan azaddur,
Has u havas içinde...
…
Abdestimiz, namazımız,
Doğruluktur taatımız,
Aşka bağladık safımız,
Safımızdan kim ayıra...
Yunus Emre
Camilerde olan imam
Çoğu bilmez bunu tamam
Dört bin altı yüz seksen selam
Daha namaz sorar mısın
Kaygusuz Abdal
Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Yar eşiği secdegahım, yüz sürerim kime ne
Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf be Kaf
Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne
Seyyid Nesimi
Namazımız dara durmak
Orucumuz sabretmek
Biz bir oruç tutarız ki
Ramazan’a benzemez.
Seyyid Nesimi
Ve sanıyorum en susturucu yanıtı da büyük ozanımız Pir
Sultan Abdal vermiştir:
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Hak diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim…
Pir Sultan Abdal
Sonuç:
Aleviler üzerinde yüzyıllardır süren baskının
yansımalarından biri olarak nitelenebilecek beş yada üç vakit namaz dayatmasına
karşı Alevi inanç ve kültürünün tarihsel birikiminden yararlanarak kaleme
aldığımız bu çalışmamızı, ulaşılan sonuçları maddeler halinde sıralayarak
noktalayalım:
1. İslam dinine göre namaz bir dua etkinliğidir. Bu etkinlik
bireysel olarak yapılabileceği gibi toplu olarak da yapılabilmekted ir.
2. İslam dinine göre namazın belli bir şekli yoktur. Her
toplum kendi kültürü / gelenekleri çerçevesinde bir takım şekiller ihdas
edebilir.
3. İslam dinine göre günlük olarak beş yada üç vakit namaz
söz konusu değildir. Namazın gerek şekli gerekse de ihdas edilmiş vakitleri
tümüyle zorlama yorumlara ve Orta Doğu ve Arap halklarının geleneklerine
dayanmaktadır.
4. Alevi - Bektaşilerin namaz konusunda geliştirdikleri
içtihad, mensup oldukları kültürlerinin doğal sonucudur. Bu bağlamda cem ayini,
İslam’ın namaz emrinin Alevi ve Bektaşilerce uygulanma biçimidir.
5. Alevi - Bektaşilerin namazı cem ibadetidir. Başka türlü
bir namaz Alevi inanç ve kültüründe olmadığı gibi Alevi geleneğine de
aykırıdır.
6. Cem ayini, içerisinde barındırdığı dara durma yani kıyam,
tecella ve temenna yani rukü ve ayrıca defalarca icra edilen secdesiyle
İslam’ın namaz buyruğunu karşılayan en güzel ritüeldir.
7. Cem ayini yerine başka türde bir namazı benimsemek yada
bunu savunmak Aleviliğin eritilme çabasından başka bir şey değildir.
8. Kur’an’da vakti hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça
belirtilen tek namaz Cuma namazıdır. Alevi - Bektaşilerin Cem ayinlerinin
yapılış vakti yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Cuma namazı vaktidir. Cuma
namazının vakti Cuma günü süresinin tümüdür. Bu sürenin her hangi bir bölümünde
namaz ifa edilebilir.
9. Cuma namazı Kur’an’da kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm
inananlara emredilmiştir. Bu bağlamda Alevi - Bektaşilerin kadın erkek birlikte
cem yapmaları Kur’ansal buyrukla örtüşen gerçek bir ibadet hüviyetindedir.
10. Namaz konusunda yüzyıllardır süren Sünni ve Şii
uygulamalarının bir inanç ve akıl tutulması olduğu açıktır. Sünni ve Şiilerin
bu konudaki yorumlarına Alevilerin gösterdiği saygı eşit düzeyde bir karşılığı
hak etmektedir. Bu bağlamda Alevilerin namaz ile ilgili olarak geliştirdikleri
yorum ve uygulamaya Sünni ve Şii din bilgileri de aynı şekilde saygı göstermek
zorundadırlar.
11. Kur’an’da, Allah’ın yatarken, ayaktayken ve otururken de
anılmak suretiyle ibadet edilebileceği net bir biçimde belirtildiğinde n namazı
belli bir şekle hapsetmeye çalışmak isabetli bir tutum değildir.
12. Alevi - Bektaşi inancına göre cem ayininin teolojik
kökeni kırklar meclisidir.
Son söz olarak yineleyelim ki, Alevilerin namazı cem
ayinidir. Başka namaz bilmeyiz. Bir de hakka yürüyen canın ardından kılınan ve
bir helalleşme niteliğinde olan Cenaze Namazımız vardır ki bu namaz, gerek
semantik açıdan gerekse işlev bakımından bu yazımızın kapsamı dışındadır.
Mustafa Cemil KILIÇ
İLAHİYATÇI / SOSYOLOG
Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.