Bin Yılın Meydan Okuması
Konu
üzerinde yazı yazmayan, konuşmayan yok gibi.
Televizyonlarda
uzun oturumlar yapılıyor.
İktidar
tetikçisi medyanın saldırısı sürüyor. Herkes söylediğini yinelemeye, dediğim
dedik şeklinde süren ısrarlarına devam ediyor.
Medya
halkı bilgilendirme görevini, halkın kafasını karıştırarak yapıyor. Dinci,
cemaatçi, liboş, işbirlikçi, yandaş, kinci, kiralık ne kadar -sözüm ona- “ tip”
varsa; her konuda onların görüşlerine başvuruyor!..
Her
konuda söz söyleme yetkisi verilen bu tv geyikleri, toplumu iktidarın istediği
şekilde koşullandırmak ve muhalefete saldırmak konusunda adeta uzmandırlar.
Herkes
konuşuyor, herkes yazıyor. Ve hemen herkes sıcak gündemin atmosferi içinde,
ormanı değil, sadece ağaçları görüyor…
Ormanı
görmek demek, bütünü anlamak, kavramak ve yorumlamak demektir.
Ormanı
görmenin yolu nesnel olmaktan geçer. Gelişmeler tek tek ele alınmaz. Arka
planları ve tarihsel bağlamlarıyla birlikte değerlendirilir.
Burada
medyanın görevi halkı doğru bilgilendirmektir.
Halkı
doğru bilgilendirme işi ancak o alanın gerçek uzmanları seferber edilerek
yapılabilir. Tetikçilerle değil. Ne yazık ki; Türkiye medyası iktidarın ve
işbirliği yaptığı güçlerin dezenformasyon görevlisi gibidir. Halkın kafasını
yalan-yanlış bilgilerle karıştırmakta, görevini doğru yapmamaktadır.
Görevini
doğru yapmayan medya; ülkeye ve halka ihanet ediyor demektir.
ÖZET BİR
BAKIŞ
Ülkemizde
yaşanan toplumsal, siyasal- ekonomik olayların tümü bir bütünün parçalarıdır.
O bütünü
kavramak için de tarihe başvurmak bir zorunluluktur. Özellikle son çağların
tarihi bilinmeden bugünün gelişmeleri doğru yorumlanamaz.
Şimdi;
bunu yapmaya çalışalım. 20. Yüzyıla genel bir bakış yapalım.
20.
yüzyıl emperyalist savaşlar çağıdır.
Emperyalizm
20. Yüzyılın birinci yarısında iki kez dünyayı kana buladı. Emperyalistler
dünya üzerindeki sömürgeleri paylaşamadıkları için birbirlerine girmişlerdi.
Dünya tarihinin en kanlı, en büyük savaşlarıydı. Ama daha savaş bitmeden Sovyet devrimi
gerçekleşti. Emperyalizm yeni bir düşmanla karşılaştı.
Asıl
kavga, İkinci Dünya Paylaşım Savaşından sonra Sovyetler Birliği büyük bir etki
alanına sahip olduğunda patladı. Sovyet etkisinin ve ulusal bağımsızlık
savaşlarının artması emperyalist Batı’yı yeni kurulan sosyalist sistemi yok
etmek için bütünleştirdi. O döneme kadar aralarında güç savaşı yapan batı
devletleri ABD nin öncülüğünde birleştiler. BM ve Nato kuruldu. AB nin
temelleri atıldı.
Emperyalizm
o tarihten beri Sovyet sistemini yıkmak ve dünya hegemonyasını ele geçirmek
için uğraşmaktadır.
Türkiye’deki
gelişmeler dünyadaki bu gelişmelere bire bir uygundur.
Kurtuluş
savaşı orta doğudaki paylaşım planlarını bozmuş, Anadolu coğrafyası Türkiye
Cumhuriyeti çatısı altında bütünleşmişti. Yeni devlet, tam bağımsızlık temeline
dayalı bir dış siyaset izliyordu. Savaş yıllarında tarafsız kalmayı
başarmıştı. 1945 te Batı şemsiyesi
altına girmeyi bir güvence sandı. Ve büyük bir strateji yanlışı yaptı. Bağımsız
dış politikadan vazgeçti. Bu seçim, sonraki yıllarda başımıza belaların ana
nedenidir.
Bu
tarihten sonra içerde karşıdevrim güçlerinin kıpırdadığını, DP nin kurulduğunu,
feodal güçlere ödün verilmeye başlandığını görüyoruz. 1950 de DP nin iktidara
gelmesinin ardından Nato’ya girilmiş, emperyalizmin koçbaşı olunmuştur.
Sovyetlerin kuşatılması amacıyla komünizm düşmanlığı ve dinci-tarikatçı yapılar
beslenmiştir.
Nurculuğun,
tarikatçılığın, batıl inançların itibar görmesi bilerek sağlanmıştır.
Komünizmle mücadele dernekleri, ilim yayma cemiyeti, kontrgerilla oluşumları
1950 lerde ortaya çıkmıştır.
Fetullah
Gülen’in 1950’lerde devşirildiğini ve o tarihten beri CİA nın hizmetinde
olduğunu, cemaatinin gönüllü hayırseverlerden ibaret olmadığını, finans
kaynaklarının ve dış ülkelerdeki okulların CİA okulları olduğunu, artık
bilmeyen yok gibidir.
Sosyalist
sistemin önünü kesmek amacıyla oluşturulan “yeşil kuşak”
Afganistan-Pakistan-İran- Türkiye şeklinde oluşturularak bu ülkelerdeki gerici
güçler her yolla desteklendi ve örgütlendirildiler.
Türkiye
bağımsızlıktan vazgeçip, yazgısını Batı’ya bağlamanın bedelini çok ağır ödedi.
Atatürk yolunu terk etti.
Kemalizm
ise törenlerde “Atatürk’ü sevmek” şeklinde ifade edilen bir söyleme
dönüştürüldü. Hem ad, hem de kavram olarak unutturuldu…
Emperyalizm,
paylaşmak isterken yenildiği, dünyaya kötü örnek saydığı ve bu bölgedeki
amaçlarına engel olan Türkiye cumhuriyeti ile doksan yıldır uğraşmaktadır.
ABD,
1990’lara kadar çeşitli yöntemlerle Türk ordusunu ve Türkiye hükümetlerini
kendi güdümünde tuttu. Sovyetlerin dağılması ile ortaya atılan “küreselleşme”
ve ”tek kutuplu dünya” savları istenen sonucu vermeyince; amaca zorla ulaşmanın
yolları arandı. BOP bu projenin adıdır.
Körfez
savaşının ardından artan PKK eylemleri ve yükselen dinci söylemler, Türk ordusunun
ABD ye karşı yeni bir tavır geliştirmesine yol açtı.
Öte
yandan ekonomik bunalımlar, zayıf koalisyonlar, mafyatik örgütlenmeler,
kontrgerilla yapılanmaları, engellenemeyen terör, Refah partisine olan ilgiyi
artırdı.
1995
seçimlerinde aldığı % 21’lik oyla, 1996 yılında, koalisyonun büyük ortağı
olarak hükümeti kurdu.
AKP-ABD
İŞBİRLİĞİ
ABD
Refah partisinin yükselişini görüyordu. Ama bu partinin batı karşıtlığı hoş bir
durum değildi.
Bu
yüzden parti içindeki gençlerle bağlantıya geçti. Başta, İstanbul Belediye
Başkanı Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere parti içindeki bir grubu
destekledi.
20 Eylül
1996 tarihli Aydınlık gazetesinin Rand Corporation’u kaynak göstererek verdiği
kapak haberi şöyle:
“Abramowitz
Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor.” “Amerika Tayip Erdoğan’ı Başbakan,
Abdullah Gül’ü de Dışişleri Bakanı yapacak.”
TSK, ABD
ye güvenmiyordu.
1999
yılında Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu “28 şubat ne kadar sürer” şeklindeki
soruya “gerekirse bin yıl sürer” yanıtını vermişti.
ABD buna
bir çözüm bulmalıydı. Türk ordusu yoldan çıkıyordu.
İşte bu
ortamda AKP kurucuları ile işbirliğini artırdı. 2001 yılında AKP kurulduğu
zaman ABD ile her anlamda anlaşma sağlanmıştı. Ekonomik bunalımda, DSP deki
istifalarda, medyanın hükümet karşıtı tutumunda ABD nin etkisinin olmadığını
kimse söyleyemez. MHP nin seçim için acele etmesi de doğrudan bir işbirliği
değilse bile dolaylı bir etkilenme sonucudur.
Sivil
darbe başlatılmıştı.
Bu ortam
içinde ABD-Türkiye ilişkileri bozulmaya başladı.
ABD
ordusu, 2002 yazında Nevada çölünde bir savaş oyunu (manevra) sahneye koydu.
Oyunun
adı: Millenium Challenge ( bin yılın meydan okuması)
Hedefteki
ülke ABD ye itaat etmeyen Türkiye’dir. 96 saat içinde işgal edilir. Yola
getirilir.
Bu savaş
oyunu TSK’ya ve henüz iş başında olan Ecevit hükümetine uyarıdır
2002
Kasım seçimiyle tek başına iktidar olan AKP nin karşısına çıkan sorunlar da ABD
yoluyla aşılmıştır. AKP hükümeti-ABD nin her istediğini yapmıştır. Bu bağlamda
1 mart 2003 tezkere oylaması yapılmış ama ABD ordusunun Türkiye’ye girmesi onay
almamıştır.
TSK ile
ABD arasındaki gerilim 1 mart tezkeresinden sonra ABD nin açıkça suçlamasıyla
bir savaşa dönüşmüştür.
AKP
hükümeti, 21 mart 2003 te TBMM den yeni
bir tezkere geçirerek havayolları ve limanları ABD nin hizmetine sundu. Kendini
affettirmeye çalıştı.
Ertesi
gün ABD Büyükelçisi Robert Pearson Washington’a gönderdiği 22 Mart 2003 tarihli
kriptoda; ” Amerikan menfaatlerine
karşı çıkan Org. Aytaç Yalman, Org. Çetin Doğan, Org. Hurşit Tolon, Org. Fevzi
Türkeri, Org. Tuncer Kılınç, Org. Yaşar Büyükanıt; Genelkurmay Başkanı Hilmi
Özkök’ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi, Org. Hilmi Özkök’e her an
muhtıra verebilirler.
“Bu
bakımdan değerlendirildiğinde güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen
ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç acilen giderilmelidir.”
Böylece;
Tayyip Erdoğan Hükümeti ve ABD işbirliği yaparak, TSK ya karşı büyük bir
tasfiye hareketi başlatmışlardır.
26 mart
2003 günü CİA nın Türkiye uzmanı Henry Baker Utah Üniversitesinde verdiği
konferansta açıklıyor: “Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla
AKP ile anlaşarak orduyu çok sıkı bir kafese kapattık.. “
Türk
ordusuna karşı AKP-ABD ittifakının itirafıdır.
ABD nin
Millenium Challenge tatbikatından 8 ay kadar sonra- 3-4 mart 2003 tarihlerinde- 1. Ordu
komutanlığı tarafından da bir savaş senaryosu ortaya konur. Bir düşman ülkenin
saldırısı karşısında iç ve dış güvenliğin sağlanması konusu ele alınır. İşte
işi çığırından çıkaran da budur.
Türk
ordusu gericiliğe, işbirlikçiliğe ve ABD ye hala direnmektedir.
Ve ABD 4
temmuz 2003 günü Süleymaniye’deki askerlerimizin başına çuval geçirir…
Sonra
Türkiye’ye CİA uzmanları gelir. Türk Silahlı kuvvetlerini itibarsızlaştırmak
için ortak hazırlıklar başlar ve birkaç yıl boyunca sürer. Sahte belgeler
üretilir. Komplolar hazırlanır.
Ve sonra
da uygulamaya geçilir.
Yavaş
yavaş Özel mahkemeler ve görevlendirilecekler ayarlanır. Yasal eksiklikler
giderilir. Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması sağlanır. Zaman içinde
amaca ulaşmaya engel olan ne varsa temizlenir.(*)
ABD nin
kontrgerilla talimnameleri uygulanmıştır. Orada “operasyon yapılan kişi ve
grupların suçlu olmaması önemli değildir. Suçlu ilan edeceksiniz, mahkûm
edeceksiniz..” denmektedir.
İşte bu
yüzden Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda suç ve suçlu zaten yoktur. Zorlama ve
sahte isnatlar vardır.
90
yıldır kinini biriktiren yarasalarla emperyalizmin ortak operasyonları vardır.
Mahkeme
adıyla kurulan kukla kuruluşlar verilen infaz görevini yerine getirmektedirler.
SONUÇ
90
yıldır cumhuriyeti yıkıp kendi ilkel düzenini kurmak isteyen karşıdevrim
güçleri ile emperyalizmin ortaklaşa düzenlediği bir oyun vardır.
Oyunun
en önemli aşaması TSK nın direncini kırarak, onu emperyalizmin amaçları için
kullanmaktır.
Büyük
ölçüde başarılmıştır.
Graham
Fuller ne diyordu ; “Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı
benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir.
Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve
TASFİYE EDİLMELERİ gerekir”
Adamlar
her şeyi bu kadar açık-seçik anlatırken Silivri mahkemesinin kararlarını
tartışmak, orada hukuk ve adalet aramak, gerçeğe sırt çevirmektir..
Kemalizm
ve ulus devletin izleri temizlenirken emperyalizmle uyum içinde olacak bir
siyasi islâm düzeni kurulmaktadır.
Adına
ister BOP, ister GOP isterseniz Millenium Challenge, yani “bin yılın meydan
okuması” deyin. Türkiye dünya ölçeğinde büyük bir projenin hedef ülkesidir.
Hiçbir
problem tam olarak anlaşılmadan çözülmez. Sadece daha da zorlaşır.
Silivri
yargısında adalet aradığımız sürece gerçek sorundan uzaklaşıyoruz.
Kadı ola
davacı ve muhzır dahi şahit ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?” Ziya Paşa
(kadı
davacı, mübaşir de tanık olursa o mahkemenin hükmüne adalet denmez)
Orduyu
tasfiye etmek amacıyla kurulmuş güdümlü bir mahkeme, 330 subayı mahkûm etmiş.
Suç:
“Türkiye
Cumhuriyeti İcra vekili heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men
etmeye teşebbüs !.. ”
Hadi
canım sen de…
Kimin
kimi devirdiği o kadar açık ki!..
altanarisoy@gmail.com
(*) Son
olarak da ‘avukatların katılmaması durumunda da mahkemenin karar verebileceği
maddesi 3. Yargı paketine “balyoz” davasındaki açmazı çözmek için eklenmiştir
Yorumlar
Yorum Gönder
Hakaret içeren ve düzgün Türkçe ile yazılmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.