MHP Üzerine/Hami Karslı


MHP üzerine…

Alparslan Türkeş’in adını ilk kez 27 Mayıs 1960 günü sabahı radyodan duymuştum. Kendine özgü bir ses tonu ile Milli Birlik Komitesi’nin bildirisini okuyordu.

Öğretmenlik yaptığım Milas’tan bir gün önce gelmiştim Niksar’a.

Onun asıl adının Hüseyin Feyzullah olduğunu, 1917’de Kıbrıs Lefkoşe’de doğduğunu 1933’te 16 yaşında iken Türkiye’ye geldiğini gazetelerde okumuştum.

Daha sonra Başbakan Müsteşarlığı yaptığı dönemde; MBK’ da değişiklik yapılıp 14’ler adı verilen subayların ordudan emekli edilerek yurtdışı görevlere gönderildiklerinde Türkeş’in adı çok sık duyulur olmuştu.

Talat Aydemir, Fethi Gürcan ikilisiyle ilkönce beraberlik kurup sonra onların yapmak istedikleri darbeyi hükümete bildirmesi (ihbar etmesi) onu tekrar gündeme getirmişti.

1965 yılında kader arkadaşları olan Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ ve diğer birkaç arkadaşıyla beraber CKMP’ye (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) girmesi onun siyasi yaşamının başlangıcı olmuştu.

Partiyi ele geçirerek başkan olması, dokuz ışık öğretisini (doktrini) partisinin tüzüğü haline getirmesi, Partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmesi, terazi belirtkesini (amblemini) üç hilal olarak değiştirmesi, 1966’da Cevdet Sunay’ın karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkması ve 11 oy alarak kaybetmesi, Adana Milletvekili olarak TBMM’ye girmesi onu hep gündemde tuttu.

İlk eşi Muzaffer Hanım’ın ölmesi ve iki yıl sonra Seval Hanım’la evlenmesi bile günlerce konuşuldu.

1975 yılı sonrası kurulan Milliyetçi Cephe Hükümetlerinde bir ara Başbakan Yardımcılığı yaptı.

O dönemler sağ-sol çatışmalarının en çok arttığı dönemlerdi.

12 Eylül sonrası 4.5 yıl tutuklu kaldı. 1987’de siyaset yasağı kalkınca MÇP’ye (Milliyetçi Çalışma Partisi) girdi ve genel başkanlığa seçildi.

1991 seçimlerinde RP ve IDP (Islahatçı Demokrasi Partisi) ile işbirliği (ittifak) yaparak Yozgat Milletvekili olarak tekrar TBMM’ye girdi. 1993’te, Siyasi Partiler Yasası’nda değişiklik yapılınca, parti tekrar MHP adını aldı.

1995’te partisi Parlamento dışında kalmasına karşın, Türkeş,1997’de geçirdiği kalp krizi ile öldüğü güne kadar ve sonrasında da MHP’lilerin başbuğu olarak kaldı.

*

MHP’lilerin davranışlarına yön veren düşünceler bütünü (ideolojisi) her ne kadar dokuz ışık öğretisi olsa da aslında –görünürde- üzerinde durduğu iki ayak vardı.

Bu ayaklardan bir tanesi, Pan-Türkist ve liberal-muhafazakâr milliyetçilik, ikincisi de anti-komünizm (komünizm karşıtlığı) idi.

Pan-Türkist ve liberal-muhafazakâr milliyetçilik konusuna 4 Mayıs 2011 tarihli Tokat Haber gazetesinde yazdığım “Ulusçuluk” adlı yazımda değinmiştim. Tekrar, kısaca hatırlatmakta fayda var:

Osmanlı’da milliyetçilik, tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan bir siyasi görüş olarak “Turancılık” la ortaya çıkmıştır. Ancak bu görüş, Türk siyasi yazınında (literatüründe), Turanî kavimleri dışarıda bırakarak, dünyadaki bütün Türklerin tek çatı altında birleştirilmesini hedef alan “Türkbirlikçilik” anlamını taşır.

Dış Türkler’e ilgi, Fransız Tarihçi Leon Cahun’ün “Türkler ve Moğollar” adlı eserinin 1896’da Türkçe çevirisiyle başlar.

1904’te Yusuf Akçura’nın, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğüsavunan “Üç Tarz-ı Siyaset” kitapçığı yayımlanır.

1908’de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da “Türk Derneği” kurulur.

1911’de kurulan “Türk Yurdu Cemiyeti” Orta Asya Türkleri’ne yönelik siyasi görüşler ileri sürer.

1912’de kurulan  “Türk Ocağı” Türkçü ve Turancı hareketin odağı olur. 1913’ten sonra da bu ocak İttihat ve Terakki’nin desteğini kazanır. Hareketin sözcüsü ve temel öğreticisi (ideoloğu) Ziya Gökalp’tır.

Enver Paşa‘nın Aralık 1914′te giriştiği, birinci amacı Erzurum’a kadar ilerlemiş Rusları yurttan atmak olan Sarıkamış saldırısının ikinci amacı Kafkasya üzerinden Orta Asya’daki Türklere ulaşmak ve bu yolla 1.Dünya Savaşı’ndan Osmanlı’yı galip çıkarmaktır. Ancak bu girişim, 23.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu bir yenilgiyle sonuçlanır.

TBMM hükümeti 1920′den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tavır alır. Bunda Eylül 1920′de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardır.

Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923′te Ankara’da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Turancılığı ”uzak mefkûre” ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir Türkçülük tanımı getirir. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı gösterilir.

1930’larda yeniden güçlenen Türkçü -Turancı düşüncenin en köktenci (radikal) sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız’dır.

1939’da Reha Oğuz Türkan Bozkurt adlı dergiyi, 1943’te de Fethi Tevetoğlu Kopuz adlı Türkçü dergiyi çıkartır.

1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon’un yönettiği Çınaraltı adlı dergide yazı yazan Emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet “Her Türkçü Turancı’dır, her Turancı Türkçü’dür”der.

1944 tutuklamalarından sonra, 1950’li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak’ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız bir yapı gösteremeyen Turancı hareket; daha sonra Milliyetçi Hareket Partisi içinde toparlanır.

*

1991 yılının sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması, Türkiye’de de MHP’nin temel öğretisini sarsıntıya uğratır.

Çünkü, MHP’nin iki ayağı da çökmüştür.

Gorbaçov’un ortaya attığı açıklık (glasnost) ve yeniden yapılandırma (perestroyka) paketleri bile SSCB’nin dağılmasını önleyememiş, Bağımsız Devletler topluluğu kurulmuştu.

Devletler arasındaki ilişkiler, soy-sop, köken ilişkisi değil, çıkar ilişkisidir. Bu nedenle çağdaş Türk cumhuriyetleri olarak ortaya çıkan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi devletlerin Türkiye ile olan ilişkileri de sadece o devletlerin karşılıklı çıkarlarına dayanır. Yani Türk kökenli olmaları devletler arasında bir “Türkbirlikçilik” sağlamaz.

Orta Asya’daki Türk devletlerinin bağımsızlığa kavuşmaları, daha önce Berlin duvarının yıkılması çok şeyi değiştirmiştir. Artık ortada savaşacak bir komünizm de yoktur.

Öyle ki, MHP’nin 1994 Ekim Kurultayı’nda Türkeş kürsüye çıkar ve Komünist Nazım Hikmet’ten şiirler okur ve şairi över.

Çünkü o değişimin farkındadır.

*

MHP’nin genel başkanlığını, Türkeş’ten sonra  -1997’de, çok kısa süreli, vekâletengörev yapan Muhittin Çolak ve Yıldırım Tuğrul Türkeş hariç- 6 Temmuz 1997’den beri Devlet Bahçeli yürütmektedir.

1948 doğumlu olan Devlet Bahçeli, 1967’de Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okurken girdiği ülkücü topluluğun lideri olarak bugün ne yapmaktadır?

Nerede ise yarım asırdır politika ile ilgilenen Bahçeli ne yazık ki Türkiye’de, Ortadoğu’da oynanan büyük oyunun farkında değildir. Bu nedenle de, AKP’nin ihanet derecesinde yaptığı yanlışlıklara ortak olmaktadır.

Bu ülkede ABD ve AB emperyalizminin neler yapmak istediğini anlayamayanları; Atatürk’ün kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin, emperyalizmin güdümünde uydu bir din devletine dönüştürmek isteyen yerli hainleri ve onlara destek olanları da yarın tarih affetmeyecektir.



Bahçeli, 2002 Genel Seçimleri’ne onca zaman varken MHP’yi, aldığı %8.35 oyla parlamento dışında bırakan ve ülkeyi AKP’ye teslim eden adamdır.

Bahçeli, AKP’li Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını sağlayan adamdır.

Bahçeli, BOP’un eşbaşkanı olduğunu söyleyen adamın getirdiği “yerel seçimleri öne alalım” isteğini onaylayan adamdır.

Bahçeli, Amerika’nın Suriye politikasında piyon olarak kullandığı AKP’nin “Suriye Tezkeresi’nde, onun kuyruğuna takılan adamdır.

Bahçeli, Milli Eğitim’den Atatürk İlke ve Devrimlerini çıkartıp, 4+4+4 gerici eğitim sistemini dayatan AKP’ye yardımcı olan adamdır.

Ben, kişisel olarak Devlet Bahçeli’nin, milliyetçi olduğu iddiasında bulunan MHP’ye uygun bir lider olmadığını düşünüyorum.

Aynen Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye uygun bir lider olmadığını düşündüğüm gibi!..






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cahit Külebi Şiirinde Tokat ve Anadolu Motifleri-Hami Karslı

Unutulan Bir Katliam:Talkan ve Cürcan